Özellikle Haricilerin ve Mu’tezilenin iddialarına delil olarak kullandıkları meşhur bir hadis vardır. Bu hadiste Hz. Peygamber ﷺ şöyle buyurmaktadır: “ Zina eden kişi zina ettiğinde mümin  olduğu halde zina etmez, Hırsız çaldığı andan mümin olduğu halde çalmaz, (Kişi) içki içtiğinde mümin olduğu halde içmez.”[1] Zahiri itibarıyla, mezkur günahları işleyen kişilerin dinden çıkacağı dolayısıyla amellerin imandan bir cüz olduğunu ima eden bu hadis dün ehl-i sünnet dışı bir takım sapkın anlayışların delil ittihaz ettikleri bir hadis olduğu gibi bugün de bir çoklarının manasını anlama hususunda zihninde istifhamlar taşıdığı bir hadistir. O halde bu hadisin nasıl anlaşılması gerektiğine gelelim:

Hemen belirtmeliyiz ki ilgili hadisi zahirinden anlaşılan manaya yani bu günahları işleyen kişinin İslam dairesinin dışına çıkıp küfre girdiği anlamına hamletmemiz mümkün değildir. Kelamı anlamada öncelikli olan hakikat manası ise de hakiki anlamı engelleyen bir “sârıf” bulunduğunda mecâzî manaya gitmek de asıldır. Bu, hem aklın hem dilin hem de ilmin gereğidir. Şu halde bu hadisi zahiri manasına hamledip o şekilde anlamamıza engel teşkil eden karinelere bir göz atalım:

  1. Hadisin zahiri üzere hamledilemeyeceğinin en kuvvetli delili zina eden kişilerin durumlarına göre farklı cezalara çarptırılmalarıdır. Söz gelimi, zina eden hür bekar, hür evli ve kölenin cezası aynı değildir. Bunların zina etmeleri karşılığında farklı cezalar vaz edilmiştir. Şayet zina eden kişi imandan çıkıp küfre girseydi bu şekilde farklı cezalar almaları söz konusu olamazdı. Zira iman ve küfürle taalluk eden konularda mükellefler eşittirler. Bu saydığımız kısım insanların zina fiilinde farklı cezalara çarptırılmaları hadisin zahiri anlamı üzere olmadığını göstermektedir.[2]
  2. Peygamber ﷺ bir başka sahih bir hadis-i şerifte “Zina edip hırsızlık yapsa dahi “la ilâhe illallah” diyen Cennet’e girecektir” buyurmaktadır.[3] Hatta Ebu Derda (radıyallahu anh)’dan gelen bir rivayette de Allah Resulü ﷺ minberde ‘Rabbinin makamından korkan kimseler için iki cennet vardır’ [4] ayet-i celilesini okuyunca Ebu Derda t: ‘ Zina edip hırsızlık yapsa da mı ya Resulellah’ diye üç defa sormuş üçünde de ‘Zina edip hırsızlık yapsa da’ cevabını almıştır. Hatta üçüncüsünde tıpkı Ebuzer rivayetindeki gibi “Ebu Derda’nın burnu toprakta sürtülse de girecektir” buyurmuş Allah Resulü.. [5]
  3. Ashab-ı Kiram “Allah ’a şirk koşmamak, Allah ﷻ’ın haram kıldığı hiçbir canı haksız yere öldürmemek, zina etmemek, hırsızlık yapmamak, içki içmemek” üzere Resulüllah ﷺ’a biat etmişlerdir. İlgili rivayetin sonunda Resulüllah r’ın şöyle buyurduğu nakledilmektedir: “Kim bu günahlardan birini işler de dünyada ona gerekli olan had uygulanırsa bu onun için ahirette keffaret olur.”[6] Şayet bu günahlar küfür olsaydı karşılığında ceza olarak terettüb eden hadlerin ahiretteki cezaya keffaret olmaları mümkün olmazdı.
  4. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerimde “Muhakkak ki Allah ﷻ, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için bağışlar”[7] buyurarak şirkin dışındaki hiçbir günahın küfür olmadığını ve bağışlanabileceğini ifade buyurmuştur.
  5. Ehl-i Sünnet ulemanın yani ümmetin cumhurunun –bir kısmı yukarıda serdedilen- delillerden hareketle büyük günah işleyen kişinin şirke düşmediği sürece kafir olmayacağına dair icmaı vardır. Bu kişiler imanları nakıs günahkar müminlerdir. Şayet tövbe ederlerse (uhrevî) cezaları düşer. Tövbe etmeyip bu günahları işlemekte ısrarcı olurlarsa durumları Allah ﷻ’ın dilemesine kalmıştır.  Bütün bunlar alimleri hadisin hakiki manasını terk ederek uygun bir mecazi manaya hamletmeye sevk etmiştir.[8]

Hadisin zahiri manaya hamledilemeyeceğini kısaca ortaya koyduktan sonra şimdi de nasıl bir manaya hamledilmesi gerektiği üzerinde durmakta fayda var. İbn Abbas (radıyallahu anh) bu hadisi “Kişiden imanın nuru alınır” şeklinde tefsir etmiştir. Nitekim bu tefsir Allah Resulü ﷺ’nden bu konu hakkında yapılan rivayetlerde “Allah onun göğsünden imanın nurunu söküp alır”[9] şeklindeki ifadeden ilhamla yapılmış olsa gerektir. Bu bağlamda ulema bu hadisi mezkur günahlara düşen kişinin kâmil bir mümin olmayacağı şeklinde anlamıştır. Başka tevile göre bu günahı helal kabul ederek işleyen kişiden iman soyulup alınacaktır. Bir diğer tevile göre de bu hadis lafzen ihbârî, manen ise inşâî bir hadistir. Yani mana “Mümin zina etmesin, çalmasın ve içki içmesin” şeklindedir.

Alâ külli hâl zina, hırsızlık ve içki içmek gibi büyük günahları işleyen kişi bunları helal saymadıkça küfre girmiş sayılmaz. Bu konuda ehl-i sünnetin itikadı budur. Şu halde bahsinde olduğumuz hadisi de bu çerçeve içinde kalacak sahih tevillerle anlamak gerekmektedir.

Necmuddin el-Kübrâ hazretlerinin tevili de bu noktada ehemmiyet arz etmektedir. Zira bu tevile göre, bu günahları işleyen kişinin müminken işlememesi “Allah ﷻ’ın kendisini gördüğüne inanıyorken” anlamındadır. Çünkü günahkar kişi cürmü işlerken Cenab-ı Hakk’ın kendisiyle beraber olduğuna, onu gördüğüne ve müşahede ettiğine gerçek manada inanacak olsa bu günahı işleyemez. İşliyorsa bu inancı gerektiği şekilde taşımıyor demektir. O, bu haliyle nefsinin günahını süslemesi ve kendisine “Allah gafur ve rahimdir, affeder. Hem Hz. Peygamber ﷺ ‘Şefaatim ümmetimden büyük günah sahipleri içindir’ buyurmuyor mu?, zaten sen Allah ﷻ’ın senin hakkında takdir ettiği şeyden kurtulamazsın. Bu günah sana yazılmışsa mecbur işleyeceksin” gibi telkinlerine kulak vererek aldanmıştır. Şu halde bu kişiden günahı işlerken alınan şey Allah ﷻ’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere; hayrın ve şerrin Allah ﷻ’tan olduğuna dair imanı değildir. Bilakis Allah ﷻ’ın o an kendisini gördüğüne dair olan imanıdır. Zira bu iman kendisinde kamil manada bulunmuş olsaydı işlediği günaha düşmesi mümkün olmazdı.[10]

Ez cümle, hadisin hakiki manasında anlaşılmasının mümkün olmadığı ortaya çıktıktan sonra bir kısmını burada serdettiğimiz manalarda anlaşılması gayet mümkündür. Vesselam.


[1] Müslim, “Kitâbu’l-Îmân”, No: 100, Ebu Dâvud, “Kitâbu’s-Sünne”, No: 4689,  İbn Hibbân, “Kitâbu’l-Îmân”, No: 186, Beyhaki, Şu’abu’l-Îmân, No: 34,  Farklı lafızlarla birlikte Ahmed b. Hanbel, Müsned, XII/269, No: 7318,  Buhari, “Kitâbu’l-Mezâlim ve’l-Ğasb”, No: 2475, Heysemî, Mecma’u’z-Zevâid, I/286, No: 365

[2] İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bârî, Daru’l-Ma’rife, Beyrut, 1379, XII/60

[3] Buhari, “Kitâbu’l-Cenâiz”, No: 1180, Müslim, “Kitâbu’l-Îmân, No: 153

[4] Rahman, 46

[5]  Ahmed b. Hanbel, Müsned, XIV/311, No: 8683

[6] Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, No: 923, Ebu Avâne, Müsned, No: 6342, Ahmed b. Hanbel, Müsned, XXXVII/351, No: 22678, Buhârî, “Kitâbu’l-Îmân”, No: 18, Müslim, “Kitâbu’l-Hudûd”, No: 1709, Nesâî, “Kitâbu’l-Bey’a”, No: 4162, Tirmizi, “Hudûd”, No: 1439, Darekutnî, Sünen, No: 397

[7] Nisa, 48

[8] Zekeriyya en-Nevevî, el-Minhâc  Şerhu Sahîhi Müslim b. Haccâc, II/42 vd.

[9] Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, No: II/594, Âcurrî, eş-Şerî’a, No: 226, Buhârî, “Kitâbu’l-Mezâlim”, No: 2343

[10] Şebbîr Ahmed el-Usmânî, Fethu’l-Mülhim bi Şerhi Sahîhi’l-İmam Müslim, Daru’l-Kalem, Dımeşk, 2006, Baskı: I, II/11 vd.