Soru: Bir profesör bir konferansında, meselelerimizi konuşurken ayet ve hadisleri bir sığınak olarak kullanmayalım dedi. Yani iddia ettiğimiz şeyi ispatlamak için ayet ve hadisleri karşımızdaki insanı bağlamak ve susturmak amacıyla bir silah olarak kullanmayalım diyor. Buradan da şuraya geldi: Ulemanın İslâmiyeti temsil yetkisi yoktur. Ulemâ İslâmî otoriteyi temsil edemez bilakis tebliğ eder. Böyle bir şey olabilir mi hocam? Âlimler peygamberlerin varisleridir diye hadis yok mu?

Cevap:  Meselemize girerken hemen belirtmek gerekir ki bu tür iddiaları dile getirenler ortaya attıkları şeyleri hep bir kademe alttan alarak ve aslen söylemek istediklerini kamufle ederek gündeme taşımaktadırlar. Onların meselesi aslında ulemanın dinin temsilcisi olup olmadığı değil peygamberler de dahil beşer dairesinde hiçbir varlığın dini temsil edemeyeceğidir. Peki, bunu neden savunmaktadırlar? Meselenin nirengi noktası da burasıdır. Zira onlar, bu tarz iddialarıyla bize beşer dairesinde somut bir şekilde aktarılan, tebyin edilen, detaylandırılarak hiçbir kapalı nokta bırakılmayan bir din istemiyorlar. Onların istediği din, gayb alemine taşınarak soyutlaştırılan, herkesin hevâsına göre yorumlayabildiği ve mesnetlerini iddialarına rahatlıkla dayanak kılabildiği bir dindir. Böyle bir din algısını oluşturduklarında “asrın idrakine İslam’ı söyletmiş olacak” ve temsilcilerinin olmadığını iddia ettikleri dinin yegane temsilcileri haline geleceklerdir. Yani mesele, Allah ﷻ’ın belli oranda temsille mükellef kıldığı kimselere haset ederek bu yetkinin kendilerine tanınması gerektiği hissinde olmalarıdır. Bahsimizin temelinde yatan ana arıza bu.

Aslına bakacak olursak bu yeni bir arıza da değildir. Zira Cenâb-ı Hak ﷻ “Allah ﷻ’ın fazlından onlara verdiği şeylere karşı insanlara haset mi ediyorlar” âyet-i kerimesiyle mazide de benzer hasetçilerin mevcudiyetini haber vermiştir. Görünen o ki, onlar da Allah ﷻ’ın bazı kullarına verdiği nimete karşı haset duygusu içinde yaşıyorlardı.

Meselemize girmeden önce bir arıza tespiti yaptıktan sonra ana noktaya gelebiliriz. Ulemanın temsilci olmaması şahsî kusurlarının tebliğiyle mükellef oldukları İslâm’a mâl edilmemesi anlamında söyleniyorsa bu doğrudur elbette. Ancak iddia sahipleri bu meseleyi burada bırakmıyorlar. Bilakis ulemanın dindeki otoritesini inkâra kalkarak temsil misyonunu kabullenmiyorlar. Bu durum da onları “ulemanın İslâm’ı temsil etme yetkisi yoktur” demeye götürüyor.

Oysa meseleye onların savundukları gibi sırf Kur’an-ı Kerim zaviyesinden baktığımızda da ortaya böyle bir sonuç çıkmıyor. Zira Kur’an-ı Kerim, Allah ﷻ’ın Davud (aleyhisselam)’a yer yüzünde hak ile hüküm vermesini emrediyor.[1] Hz. Peygamber ﷺ’e de hâkeza bu emredilmekte.[2] Bütün bunları “hükmün sadece Allah ﷻ’a ait olduğunu” bildiren âyet-i kerime[3] ışığında düşünüp değerlendirdiğimizde ortaya şöyle bir sonuç çıkıyor: Kainatta mutlak anlamda bir mülkiyet, yetki ve sulta sadece Allah ﷻ’a aittir. Şu kadarı var ki dilediğine mülkü vereceğini bildiren Allah ﷻ, mahlukat arasında bu hâkimiyetini temsilen belli ölçülerde bazı kullarına “hâkimlik” vasfı vermiştir. Dikkat edilirse burada sadece bir tebliğ yoktur. Aksine tebliğ edilmekte yükümlü olunan hükümlerin kullar arasında tenfizi vardır. Bu ise siyasi alanda hulefânın, ilmî sahada ise ulemanın temsilci olmasıyla tahakkuk edecek bir şeydir. Cenab-ı Hakk’ın suç işleyen kişilere verilmesi gereken cezalar bağlamında emrettiği hadler bu söylediğimiz hususa dahildir. Bunların hiçbiri “temsil” olmadan yapılabilecek şeyler değildir.

Geçmiş ümmetlerde tezahür etmiş günahlardan bahsederken içlerinde bulunan âlimlerin bunları nehyetmediklerini vurguluyor.[4] Bu âyette âlimlerin kendilerine indirilen ahkâmı nehyetmesinden bahsedilmektedir. İlgili âyeti Tevratla hükmettikleri bildirilen ulemadan bahseden ayetle bir araya getirdiğimizde iman edenlere “hükmeden “ bir ulema portresiyle yüzleşmiş oluyoruz. Hükmeden, Allah ﷻ’ın ahkâmını tenfiz edip yürürlükte tutan bir âlimler zümresi…

Hz. Peygamber ﷺ’in bizatihi yürüttüğü tebliğ faaliyetinin tenfiz veçhesi daha sonraki asırlarda hulefâ ve ulemâ zümresi tarafından müştereken yürütülmüştür. Âlimlerin peygamberlerin varisleri olduğunu ifade eden hadisler de buna işaret etmektedir.


[1] Sâd, 26

[2] Maide, 42, 48, 49

[3] En’âm, 57

[4] Mâide, 63