“İslâm tarihi incelendiğinde, her dönem yaşayan insanların üç sınıftan birine dâhil oldukları muhakkaktır. Mü’min, Kâfir ve Münafık…  Tağutlardan sakınmak ve sadece Allah Azze ve Celle’ ye ibadet etmeye çağırmak[1] şeklindeki müşterek davanın hamilleri olan Peygamberler bu üç sınıf insanla muhatap olmuşlardır. Kur’an-ı Kerimde ikinci süre olarak bildiğimiz Bakara Süresi de bu üç sınıf insanın tavsifiyle başlamaktadır. İlk ayetlerde iman edenlerden bahsedilirken, peşi sıra gelen ayetlerde kâfirler bahis mevzu edilmekte ve hepsinden sonra da münafıklardan söz edilmektedir.

Bizlerin bu makalede, şu üç nevi insan arasından konu edindiğimiz zümre ise münafıklar olacaktır. Kur’an’ın kendilerinden “bocalayıp duranlar[2] diye bahsettiği bu bedbaht güruh şu zümreler içerisinde en tehlikelisidirler. Zira münafıklar kâfirlerle küfür içerisinde olmaları hususunda müşterektirler. Ancak münafıkların küfrüne, İslâm ile alay edip sureta Müslüman gözükmelerinden dolayı mü’minlerin sırlarına muttali’ olarak bu sırları kâfirlere ulaştırıp Müslümanların eza ve cefalarının artmasına sebep olmaları da eklenince, bu onların Cehennem’in en alt tabakasında olmalarını[3] gerektirmiştir.[4]

Tarihte İslâm’a en büyük darbelerin vurulmasına sebep olmuş nifak hareketlerinin ucu asr-ı saadete dayanmaktadır. Her asırda din müessesesi içeriden temelleri sarsılarak yıkılmaya çalışılmış ve çayın taşıyla çayın kuşunun vurulması mahiyetinde çalışmalar yapılmıştır. Münafıklığın ne denli tehlike arz ettiğini anlamak için Efendimiz döneminde yaşanmış ve ayet inmesine vesile olmuş şu hadise gerçekten mühimdir: Ahnes ibnü Şüreyk Efendimiz Aleyhissalatü vessselâm’a gelerek Müslüman olduğunu bildirmiş ve ona “Müslüman olmak için geldim. Allah biliyor ki ben doğru söylüyorum” demişti. Efendimiz de onun bu durumuna sevinmişti. Daha sonra Peygamber (Sallalahu Aleyhi ve Sellem) ‘in yanından ayrıldıktan sonra Müslümanlardan bir topluluğun ekini ve merkeplerine rastlamış, ekini ateşe verip merkepleri boğazlayınca Allah Azze ve Celle “ İnsanlar içinden kimi de vardır ki Dünya hayatı hakkındaki sözleri seni imrendirir. Bir de kalbindekine Allah’ı şahit tutar. Hâlbuki o İslâm düşmanlarının en şiddetlisidir”[5] şeklindeki ayet-i kerimeyi göndermişti.[6]

Dikkat edilecek olursa, kalbinde olmayanı söyleyip Allah’ı buna şahit tutarak, Peygamberi dahi inandıran Ahnes ibnü Şüreyk ayet-i kerîme’ de  “düşmanlığı en katı olan” şeklinde anılmaktadır. Bu da aslında bize Münafıkların İslâm’a karşı olan düşmanlıkları ve bu sebeple İslâm’a verdikleri zararın herkesten daha fazla olduğunu göstermektedir.

İşte tam da bu noktada, tâ asr-ı saadetten başlayan bir tarih sürecinde İslamiyet’e çok büyük zararları dokunmuş olan bir şahsiyeti ele almak ve incelemek istedik.

ABDULLAH İBN ÜBEYY          

Babaannesine nisbetle ismi Abdullah b. Selûl şeklinde de anılmaktadır. Aslen Hazrec kabilesine mensub olan İbn Selûl Efendimiz Aleyhissalatü vesselâm daha Medine’ye hicret etmemişken Medine’nin idaresinin kendisine verilmesi düşünülen birisiydi. Lakin daha sonra Efendimiz’in oraya hicret etmesiyle beraber bundan vazgeçilmiştir. Abdullah b. Übey, hayat sürdüğü bir ömür müddetince daimî surette İslâm’ a ve Müslümanlara karşı ikiyüzlülüğüyle tanınmış ve bu sebeple dine çok mühim noktalarda, ciddî zararlar vermeyi kastetmiş bir şahsiyettir. Öyle ki; gerek yaptığı yalancılıkları izhar ve gerekse işlediği Müslümanları bölmek fiillerinden dolayı hakkında Kur’an ayetleri nâzil olmuştur. Zaten hayatına dair kesitleri elde edebilmek ancak bu yolla mümkün olabilmektedir. Öyleyse bunlara bir göz atmakta fayda vardır.

Efendimiz’e yakışıksız sözleri:

İmam Buharî’nin rivayetinde Üsame ibnü Zeyd’in anlattığına göre, Bedir savaşı olmadan önce Efendimiz Aleyhissalatü vesselam Üsame (Radıyallahu Anh)’i bineğinin arka tarafına bindirerek, hasta vaziyetteki Sa’d ibnü Ubade’nin ziyaretine gidiyordu. O sırada içlerinde Abdullah ibnü Übey, Abdullah ibnü Revaha, Müslüman, müşrik ve Yahudilerin bulunduğu karma bir topluluğa rastladı. Bineğin çıkardığı toz meclisi kaplayınca Abdullah ibnü Übey: “Üzerimize toz kaldırmayın” demişti. Efendimiz (Sallalahu Aleyhi ve Sellem) selam verip durmuş bineğinden inip onları İslam’a davet ederek onlara Kur’an okumuştu. Bunun üzerine Abdullah İbnü Übey: “Ey adam! Şayet doğruysa senin dediğinden daha güzeli yoktur. Ancak kendi meclisimizde bizi bununla rahatsız etme! Meskenine dön ve sana kim gelirse ona anlat” demişti. Neticede Efendimiz orada meydana gelen bir takım tartışmalardan sonra bineğine tekrar binerek Sa’d ibnü Übade’ye gitmiş ve bu durumu anlatmıştı. Sa’d (Radıyallahu Anh)’de “Resullallah’a Onu görmezden gelmesini, zira Bahre ehlinin[7] tam ona taç giydirip onu başlarına geçirecekken Resulullah’ın Medine’ye gelmesiyle bundan vazgeçildiğini ve bu sebeple bu tavırları sergilediğini bildirmişti.[8]

Mü’minlere karşı ikiyüzlülüğü:

Vahidî ve Sa’lebî’ nin rivayet ettiğine göre Abdullah ibnü Übeyy ve arkadaşları bir gün Resullullah’ın ashabından bir toplulukla karşılaşmışlardı. Bunun üzerine Abdullah ibnü Übeyy arkadaşlarına “Bakın, şu akılsızları nasıl sizden defedeceğim” dedi. Gidip Ebu Bekir (Radıyallahu Anh)’ in elini tutarak “ Merhaba! Beni Teym Kabilesinin efendisi, Şeyhu’l-İslâm, Resulullah’ın mağara arkadaşı ve canını, malını Resulullah’ a feda eden( kimse)” dedi. Sonra Hz. Ömer (Radıyallahu Anh)’in elini tutarak “Merhaba! Beni Adiyy kabilesinin efendisi, Allah’ın dininde sağlam(insan), canını ve malını Resulullah’ a feda eden kimse!” dedi. Daha sonra Hz. Ali (Radıyallahu Anh)’ nin elini tutarak “Merhaba! Resulullah’ın amca oğlu ve damadı! Resulullah dışında Benî Haşim kabilesinin efendisi!” dedi.  Bu hadiseden sonra Müslümanlar dönüp gidince arkadaşlarına “Gördünüz mü nasıl yaptım? Bunları gördüğünüzde böyle yapın” dedi ve onlar da bu işi üzerine ona övgüde bulundular. Müslümanlar dönüp Peygamber Aleyhissalatü vesselam’a bu olayı haber verdiklerinde

“İman edenlerle karşılaştıklarında inandık derler. Fakat kendi Şeytanlarıyla[9] yalnız kaldıkları zaman muhakkak biz sizinle beraberiz. Biz ancak alay ediyoruz derler” şeklindeki ayet-i kerime nâzil olmuştur.[10]

Vazgeçilmez dostluk: Yahudi dostluğu

Münafık kimselerin malâbüdde minh kabilinden olan hastalık mahiyetindeki hasletlerinden biri de çıkarları söz konusu olduğunda bizzat olmasa da çeşitli te’villeri kılıf ve kalkan yapmak suretiyle hududullah’ı aşmalarıdır. Bunun bâriz bir misali Maide 51 ve devamındaki ayetlerin inmesine sebep teşkil eden Abdullah b. Übeyy’in sözleridir. Şöyle ki; Ubade b. Samit Beni Hazreç’ten Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ e gelerek “Ey Allah’ın Resulu! Benim Yahudilerden sayıları çok olan dostlarım var. Ben Yahudi dostluğundan Allah’a, Resulüne sığınıyor ve Allah ile Resulünü dost ediniyorum” demişti. Bu söz üzerine Abdullah b. Übeyy “Ben dönüp dolaşan (bir takım fitnelerin şahsıma isabet etmesinden ve başıma musibet olma)lar(ın)dan korkuyorum. Dostlarımın dostluğundan vazgeçemem” demişti. Bu söz üzerine Resulullah Aleyhissalatü vesselam ona “Ey Ebu’l-Habbab! Senin için Ubade b. Samit’in dostluğu üzerine cimrilik ettiğin Yahudi dostluğundan başkası yoktur” buyurmuştur.[11]  Ve bu olay üzerine

“Ey iman edenler! Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin! Onlar ancak birbirilerinin dostlarıdırlar. İçinizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o da onlardandır. Şüphesiz Allah zalimleri doğru yola iletmez, Onun için kaplerinde bir hastalık(nifak) bulunanları “Başımıza bir felâketin gelmesinden korkuyoruz” diyerek onların arasında koşup dururken görürsün. Umulur ki Allah yakın bir fethi veya katından bir emir ihsan ediverir de onlar içlerinde gizledikleri şeye (nifaka) pişman olurlar” [12] ayeti nazil olmuştur.

Uhud’da orduyu bölmesi:

Peygamber Aleyhissalatü vesselam önderliğinde tevhid davasını ulaşması gereken ulvî noktaya yükseltme gayesiyle İslâm ordusu Medine’den yola çıktı. Ordu, müşrik taifesine onları görebilecek ve onlarında kendilerini görebileceği seviyede yanaşmıştı. Sabah namazı kılındıktan sonra Münafıkların reisi adına artık nifakını her yerde olduğu gibi bu noktada da izhar etmesi gerekliydi(!). “Ben burada bizim hangi şey üzerine kendilerimizi öldüreceğimizi bilmiyorum” diyerek savaşa katılmak istemediğini ima eden sözler telaffuz etmeye başladı. Bu meş’um niyeti ve sözlerine ayrıca kılıf olsun diye Resulullah(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ın şahsî görüşünden dönüp başkasının sözüyle amel ettiğini de ekledi. Yani böylece o, bu hareketiyle Resulullah Aleyhissalatü vesselam’a muhalefet etmiş olmuyordu.

Bu hareket üzerine, Evs kabilesinden Hârise, Hazreç’ten Benû Seleme bölüğü ayrılmayı murad ettiler. Bunun üzerine “O zaman ki içinizden iki taife dağılmak istemişlerdi. Halbuki onların muhafızı Allahtır. Ve mü’minler ancak Allah’a tevekkül ederler”[13] şeklindeki ayet-i kerime nazil oldu. Cabir b. Abdillah (Radıyallahu Anh)’ın babası Abdullah b. Haram (Radıyallahu Anh)’ın “bu şekilde ayrılıp orduyu bölmemeleri ve Allah yolunda savaşmalarının gerekli olduğu veyahut en azından savunma yapmaları gerektiğini hatırlatan telkinlerine karşı onlar “Biz savaşmayı bilseydik elbette size uyardık” demişlerdi. Böylece Abdullah b. Übeyy ve ashabı ayrılmış ve İslâm ordusu yedi yüz kişiyle geride kalmıştı.[14] Allah Teâlâ onların o günkü bu hareketiyle imandan ziyade küfre yakın bulunduklarını beyan eden şu ayet-i kerimeleri inzal buyurdu:

O iki topluluğun karşılaştığı gün başınıza gelen de yine Allah’ın izniyleydi ve mü’minleri (küfür üzere olanlardan) ayırması içindi. Ve nifakta bulunanları açığa çıkarması içindi. Onlara “Gelin! Allah yolunda savaşın veya savunmada bulunun denildi de onlar “Eğer savaşmayı bilseydik elbette size uyardık” dediler. Onlar o gün imandan ziyade küfre yakın idiler. Onlar kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. Ve Allah onların (içlerinde) ne gizlediklerini tamamen bilmektedir.”

Sahtekâr adamın sahte desteği:

İslam tarihinde Yahudilere karşı yapılmış olan mühim savaşlardan birisi de Benû Nadîr Yahudilerinin Medine’den sürülmesiyle sonuçlanan savaştır. Efendimiz Aleyhissalatü vesselam Benû Nadîr Yahudilerinden Amr b. Cehhaş’ın bir evin üstüne çıkarak kendisine taş atmak suretiyle suikast düşüncesinde olduğunu haber alınca hızlı bir şekilde çıkarak Medine’ye geldi. Sahabe peşi sıra Efendimiz Aleyhissalatü vesselam’a yetişti ve “Birden kalktın, bir şey anlamadık Ey Allah’ın Resulu!” dediler. Allah Resulü “Yahudiler hile murad ettiler ve Allah bunu bana haber verdi” buyurdu. Akabinde Muhammed b. Mesleme (Radıyallahu Anh)’ yi Benû Nadîr’e göndererek Medine’yi terk etmelerini ve bu hususta kendilerine on gün müddet tanıdığını söyledi.

Resulullah’ın İbn Mesleme (Radıyallahu Anh) ile gönderdiği bu habere mukabil olarak Abdullah b. Übeyy’de onları galeyâna getirip teşvik etme maksadıyla Medine’yi terk etmemelerini, kendisiyle birlikte iki bin kişinin bulunduğunu ve ayrıca Kurayza ve Ğatafan kabilelerinin bu hususta kendilerine yardımcı olacağını bildiren bir haber gönderdi. Bu haberi adeta kendileri adına bir destek olarak telakki eden Benu Nadir Yahudilerinin lideri Huyey, İbn Ubeyy’in bu destek haberine güvenerek Resulullah Aleyhissalatü vesselam’a “Biz çıkmayacağız, nasıl biliyorsan öyle yap!” diye haber gönderdi. Bunun üzerine Resulullah ve maiyetindeki mü’minler tekbir getirerek Benu Nadir üzerine yürüdüler. Resulullah Aleyhissalatü vesselam ve ordusunu gören Yahudiler kalelerine kapandılar. Ancak beklenilen yardım gelmedi. Benû Kurayza kendilerini tamamen desteksiz bıraktı.[15] Abdullah b. Ubeyy fıtratının mûcebini ortaya koydu ve her zamanki dönekliğini bu meyanda da izhar etti. Anlaşmalıları olan Ğatafan’da kendilerine destek vermeyince akıbetleri Medine’den sürülmek oldu.

Çirkef insanın çirkin iftirası 

Hz. Aişe Radıyallahu Anh annemizin hikâye ettiği üzere Resulullah Aleyhissalatü vesselam çıkmış olduğu gazvelere hanımlarından birisini götüreceği zaman aralarında kura çeker ve kura kime çıkarsa gazveye onunla beraber giderlerdi. Müreysi gazvesi diye de isimlendirebileceğimiz Benu Mustalik gazvesinde atılan kurada Hz. Aişe (Radıyallahu Anha) çıkmıştı.  Nihayet savaş dönüşü konaklama emri verilmiş ve sabaha karşı tekrar hareket emri verilmişti. Hz. Aişe (Radıyallahu Anha) bu esnada tabii ihtiyacını giderme gayesiyle ordunun konaklamış olduğu yerden uzakaşır. İhtiyacını giderdikten sonra ordugâha dönüşü esnasında gerdanına eliyle tutan Hz. Aişe annemiz, Zafar akiği olan gerdanlığının yerinde olmadığını fark eder. Konaklayan ordunun kendisini bekleyeceği zannıyla gerdanlığı aramaya koyulur. Karanlıkta gerdanlığın tanelerini toplamaya ayırdığı vakit sebebiyle çok vakit kaybeder. Bu sırada ordugâha gelen Hz. Aişe (Radıyallahu Anha) o mahalde kimsenin olmadığını ve ordunun hareket edip gittiğini anlar. Kendisinin yokluğunu fark edip er veya geç ordunun onu almak için geriye döneceği zannıyla eski bulunduğu menzilinde otururken uyku kendisine galip gelir ve uyur. Vazifesi icabı ordunun gerisinde kalan Safvan b. Muattal sabah vaktinin girişi esnasında Hz. Aişe’nin menzilinde bir insan karartısı görür ve oraya yönelir. Hicab ayeti henüz gelmeden önce Hz. Aişe’yi görmüş olan Safvan (Radıyallahu Anh) Hz. Aişe’yi tanır. Safvan (Radıyallahu Anh)’ın istirca’ esnasındaki sesiyle uyanan Hz. Aişe (Radıyallahu Anh)’ yi devesine bindirip orduya yetiştirmek üzere harekete geçer. Kendisi yaya yürüdüğü için kafileye kuşluk sıcağında yetişirler.

İcmalen anlattığımız bu olay, hiçbir mümin tarafından dikkat çekmemişken, hadisenin kötüye yorulabileceğini kavrayan ve evvelden beri Medine’nin başkanlığını kendisinden aldığı için Hz. Peygambere garazı bulunan Abdullah b. Übeyy b. Selül için bir fırsat olmuştur. Daha sonra, Kur’an’ın kendisinden “günahın büyüğünü üstlenen”[16] diye bahsedeceği bu münafık, mü’minler arasında Hz.Aişe ile Safvan b. Muattal (Radıyallahu Anhuma) ile ilgili büyük ve ağır bir dedikodu yayar. Öyle ki bu dedikodu, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü vesselam’ın konu hakkında sahabesiyle istişareye girişeceği ve artık Hz. Aişe’nin yanına bir ay müddetinde uğramayacağı kadar mühim olmuştur. Resulullah Aleyhissalatü vesselam bu hadiseye çok üzülmüş ve uzun bir müddet nasıl hüküm vereceği hususunda tereddütte kalmıştır. Ve nihayet Allah Azze ve Celle  Hz. Aişe’yi tebrie eden;

“Muhakkak O iftira ile geliverenler sizden bir zümredirler. Onu sizin için bir şer saymayın. Aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her kişiye de günahtan kazandığı şey vardır. İçlerinden (bu iftirayı ilk uyduran kişi olmak ve yayılmasında çaba sarf ederek elebaşılık yapmak suretiyle) o günahın büyüğünü üstlenen üstlenen (Abdullah b. Übeyy) için ise pek büyük bir azab vardır”

şeklinde bir sayfaya yakın devam eden ayet-i kerimeleri buyurmuş ve Hz. Aişe (Radıyallahu Anha)’nin bu işten beri olduğu açığa çıkmıştır. [17]

Mü’minleri Medine’den çıkarma düşüncesi:

Mü’minin niyeti amelinden daha hayırlı olduğu ölçü de zıttı olarak münafığın niyeti de amelinden daha hayırlıdır.[18] Zeyd b. Erkam (Radıyallahu Anh)’in naklettiğine göre Resul-i Ekrem’in iştirak ettiği bir gazvede Abdullah b. Übeyy “Resulullah’ın yanındakilere infakta bulunmayın. Ta ki onlar dağılsın gitsinler ve Şayet Medine’ye dönersek en aziz (olan bizler) en zelil (olan mü’minler)’i oradan çıkaracak” demiş ve bu sözünü Zeyd b. Erkam (Radıyallahu Anh) hemen Efendimiz’e haber vermişti. Resul-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu şekilde bir şey söyleyip söylemediğini kendisine sorunca Kur’an-ı azimu’ş-şân’ın da ifadesiyle “yeminini kalkan yapmış” ve böyle bir şey söylediğini inkâr etmişti. Bunun üzerine bir kısım insanlar Zeyd b. Erkam (Radıyallahu Anh)’ı Resulullah’a yalan söylediği gerekçesiyle tenkid etmiş ve neticede Münafikûn süresinin ilk âyetleri nâzil olmuştur.[19] Bu ayetlerin Zeyd b. Erkam’ı tasdik eder mahiyette inmesi ve Abdullah b. Übeyy açısından şiddetli ifadeler içermesi kendisine haber verilince “İnanmamı bana emrettiniz inandım. Zekât vermemi bana emrettiniz zekât verdim. Artık bir Muhammed’e secde etmediğim kaldı” demiştir.[20]

Ölmesiyle inen Kur’an ayeti

İmam Buhari, Müslim, İbn Mace ve diğerlerinin rivayet ettiğine göre, Abdullah b. Übeyy’in ölmesiyle oğlu Efendimiz Aleyhissalatü vesselam’a gelerek kendisinin kefenlenmesi için gömleğini istemiş ve Efendimiz de gömleğini vermişti. Daha sonra oğlu Efendimiz Aleyhissalatü vesselam’fan babasının cenaze namazını kıldırmasını istemişti.[21] Efendimiz de tam onun cenaze namazına iştirak etmek üzere kalktığında Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) Efendimizin elbisesini tutarak “Ey Allah’ın Resulü! Allah seni münafıklar üzerine namaz kılmaktan nehyetmişken, onun cenaze namazını mı kılacaksın?” demişti. Bunun üzerine Peygamber Aleyhisselâm “Allah beni muhayyer bıraktı” diyerek onun cenaze namazını kılmak üzere gidecekken şu ayet nazil oldu. [22]

“Ve onlardan ölen birinin ebedâ namazını kılma! Ve kabrinin başında durma! Çünkü onlar Allah’ı ve Resûlunu tanımadılar ve fâsık olarak öldüler”[23]


 

[1]  Bu durum, Kur’an-ı Kerim’ de “Andolsun biz her ümmete “Allah’a kulluk edin, Tâğûttan kaçının diye Peygamber gönderdik” şeklinde anlatılmaktadır. (en-Nahl, 36. Ayet-i Kerîme)

[2] “Onlar küfür ile iman arasında bocalayıp dururlar. Ne onlara( Mü’minlere), ne onlara (kâfirlere)…  (Nisa Süresi, 143. Ayet-i kerîme)

[3] Münafıklar, hiç şübhe yok ki; ateşin en alt tabakasındadırlar. (Nisa Süresi, 145. Âyet-i Kerîme)

[4] Bkz. Fahruddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, 12/ 88-89 Daru’l-Fikr, Lübnan-Beyrut 1401  B.1

[5] Bakara Süresi, 204. Ayet-i Kerime

[6] İbnu Cerir et-Taberî, Camiu’l-Beyan an Tefsiri’l-Kur’an, 4/229- 230 Mektebetu İbn Teymiyye, Kahire B. 2

[7] Yesrib halkı, Medine ehli…

[8]  Buhari, Sahih, Kitabu’l-Merdâ  15, No: 5663

[9] Münafık arkadaşlarıyla…

[10]  Bkz. Celaleddin es-Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, 1/ 164-165 Merkezu Hicr, Kahire, 1424 B.1

[11] Bkz. İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur’ani’l-Azîm, 5/ 255-258 Müessesetu Kurtuba- Mektebetü Evladi’ş-Şeyh, Kahire 2000 B.1

[12] Maide suresi, 51-52.

[13] Kur’an, Al-i İmran 122

[14] Safiyyurrahman el-Mübarekfûrî, er-Rahîku’l-Mahtûm, s. 198-199 Daru İbn Haldun (Eksik baskı)Yer: Yok, Tarih: Yok

[15] İbnu’l-Cevzi, Zadu’l-Mesîr, 8/202-202 el-Mektebu’l-İslâmî, Beyrut, 1984 B.3

[16] Hikmet b. Beşir b. Yasir, et-Tefsiru’s-Sahih, 3/252 Daru’l-Measir Medine-i Münevvere 1999 B.1

[17] Burada özet mahiyetinde anlattığımız İfk Hadisesi hususunda bkz. İbn Kesir 10/179 -191,  Müessesetu Kurtuba- Mektebetü Evladi’ş-Şeyh, Kahire 2000 B.1

[18] Bunun içindir ki; نية المؤمن خير من عمله , وعمل المنافق خير من نيته    denmiştir.

[19] Buhari, Sahih, Tefsir No: 4900

[20] Et-Taberi, Camiu’l-Beyân, 22/ 657

[21] İmam Taberânî ve İbn Merdûyeh gibilerinin rivayetinde, Abdullah İbn Übeyy’in oğlundan kendisi ölünce Resulullah’tan gömleğini ve kendisinin namazını kıldırmasını istemiş ve bu şekilde vasiyet etmiştir. Bkz. ed-Dürrü’l-Mensûr, 7/ 477

[22] Bkz. Suyuti, ed-Dürrü’l-Mensûr, 7/ 477 Merkezu Hicr, Kahire, 1424 B.1

[23] Kur’an-Tevbe 84