Yaşamız olduğumuz hayatta aslında yegane vazifemiz vardır: değerlerimizi muhafaza etmek. Bize bahşedilen değerler kendi içlerinde de ehem mühim sıralamasına tabidirler. Bu değerlerin birini diğerine üstün kılan şey ise alternatiflerine göredir. O halde bir şeyin alternatifi yoksa o vazgeçilmezdir. Bu anlamda suyun alternatifi olmadığı için su zaruriyattan telakki edilir. Oksijen, sağlık vb. nimetlerle bu bağlamdaki misallerin çoğaltılması pek tabii mümkündür.

Allah’ın bize bu nimetlerin cümlesinden biri olarak bahşettiği zaman da böyledir. Zira zamanın da su gibi, oksijen gibi alternatifi yoktur. Kaybedildiğinde bir başka şeyle yerinin doldurulması gibi bir ihtimal de söz konusu değildir. Bu sebeple büyükler “Yakutlar vakitlerle birlikte satın alınır, fakat vakitler yakutlarla birlikte satın alınamaz” demişlerdir.

Zamanın bu denli bir önemi haiz olması sebebiyle Cenab-ı Hak sayılamayacak nimetlerinden bir kaçını hatırlattığı ayet-i kerimede “Düzenli seyreden güneşi ve ayı size faydalı kıldı; geceyi ve gündüzü de istifadenize verdi”[1] buyurmuştur. Yani gece ve gündüzün bize bahşedilmesi, bu zaman zarfları içinde hayat sürüyor oluşumuz şükrünü eda etmekten aciz olduğumuz nimetlerdendir. Keza “Biz, geceyi ve gündüzü birer âyet (delil) olarak yarattık. Nitekim, Rabbinizin nimetlerini araştırmanız, ayrıca, yılların sayı ve hesabını bilmeniz için gecenin karanlığını silip (yerine, eşyayı) aydınlatan gündüzün aydınlığını getirdik”[2] gibi ayetler de bu noktaya işaret etmektedir.

Cenab-ı Hakk’ın kendisine bahşettiği nimetleri çoğu kez haraç mezat kullanan insanoğlunun sorumsuz davrandığı konulardan biri de zamanın gereği gibi değerlendirilmesi hususudur. Hususen zamanımızda “anı yaşamak” sloganlarıyla zaman öldürmeye teşvik edilen insanımızın vakit kullanımında hayli cömert olduğu görülmektedir. Ne yazık ki zaman adına verilen bu zayiat maddî noktalarda yapılan israflar gibi hiç günden edilmeyen, farkına varılmayan bir israf türü halini almıştır. İnsanımız kendisine bahşedilen ömür nimetini boş alayişlerde zaman tüketerek geçirebilmektedir. Daha acı olanı ise bu kaybın gündem yapılmayacak kadar küçük bir zayiat olarak telakki edilmesidir.

İslam Vakti Esas Almıştır 

Zaman, Cenab-ı Hakk’ın kendisine yemin edecek kadar önem atfettiği bir şeydir.[3] Müslüman, Kur’an’ın kasem ettiği şeylerden biri olduğu için zeytine, incire hürmet gösteren kişidir. Bunun yanında Allah’ın yemin ettiği bu mühim şeylerden birinin de zaman olduğunu ıskalamaması gerekir. Bu sebeple olmalıdır ki, Cenab-ı Hak vaz etmiş olduğu dini hükümlerde ve kullarını mesul tuttuğu vazifelerde hep vakit mefhumunu  tayin etmiştir. Namazın ikame edileceği belli bir vakit olduğu gibi oruç ve hacc gibi bir çok ibadet için de aynı şey söz konusudur. Müslümanlar İslam’ın bu esasla işaret buyurduğu ince nükteden maalesef ki gafil kalmış ve zaman disiplinine sahip olmaktan da günden güze uzaklaşmışlardır.

Oysa bu ibadetler bizi manevi anlamda muhafaza altına aldığı gibi vakti nasıl değerlendirmemiz noktasında da bir muallim olma vasfına sahiptirler. Allah Resulü’nün “İki günü eşit olan zarardadır”[4] gibi hadisleri de Müslümanın zaman disiplinine sahip olması gerektiğine vurgu yapmaktadır.

Bize Ömür Niçin Verildi?

Vakit israfı konusunu incelerken her şeyden önce cevaplamamız gereken kilit bir soru var: Bize bu ömür niçin verildi? Peşinen ifade etmek gerekirse insanı başıboş yaratmadığını söyleyen Allah’ın[5] bize bu ömrü yemek, içmek ve gezmek gibi işlerde kullanmamız için verdiğini söylememiz herhalde mümkün değildir. Bilakis Allah insanoğlunu sadece ibadet için yarattığını zaten haber vermektedir. Bize bu ömrün niçin verildiği sorusunu şu ayet-i kerime üzerinden de incelememiz mümkündür: “Onlar orada: Rabbimiz! Bizi çıkar, (önce) yaptığımızın yerine iyi işler yapalım! diye feryad ederler. Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi?”[6]

Bu ayet-i kerimede Cenab-ı Hak, dünyada kendisine verilen ömür nimetini boşa harcamış, küfür ve isyan içinde geçirmiş olan kimselere bu nimeti niçin değerlendirmediklerini sorarak mazeretlerini kabul etmemektedir. Bu noktayı bağlamak adına şöyle bir cümle kurabiliriz: “taammur nimeti tezekkür için verilmiştir.” Yani bu ömür bize Allah’ı bulmak, ona yakinen iman etmek ve emir ve yasaklarına riayet içinde bir hayat geçirmek için verilmiştir. Bu tek atımlık kurşun mesabesindeki telafisiz fırsatı değerlendiremeyenin yarın kıyamette öne sürebileceği bir mazereti olamaz. Allah Resulü’nün “Kime Allah altmış senelik bir ömür vermişse ömür hususunda mazeretini kaldırmıştır.”[7] Hadisi de bunu göstermektedir.

Şu halde bizim başımızı ellerimizin arasına alarak düşünme vaktimiz gelmiş hatta çoktan geçmiştir. Ömrümüzü ne uğrunda harcadık? Bize tahsis edilen ömürde İslam’ın izzeti için, Allah ’ın mülkünde onun buyurduklarının olması için neler yaptık? Günümüzün çoğu neleri düşünmekle geçiyor? Saatlerimizi neleri tahsil etmek için harcıyoruz? Kimleri izlemek, hangi şahısları takip etmekle meşgulüz? Gündelik meşgalelerimiz içinde ne kadar bir süre Kur’an’ı öğrenmeye, ibadetlerimizi yerine getirmeye ayırıyoruz? Günümüzün çoğu dünyalık işlerle mi, ahirete yönelik ibadet ve tezekkürle mi geçiyor? Müminler olarak bu soruları kendimize sormalı ve iç muhasebemizi hemen her an yapmalıyız. Zira ahirette cevabını vermeden Cennet’e giremeyeceğimiz suallerden birinin de “ömrümüzü ne uğrunda geçirdiğimiz” [8] olacağını unutmamamız gerekmektedir.

En Büyük İsraf: Vakit İsrafı

Telafisinin olmaması nedeniyle vakit israfı en büyük israf sayılmıştır. Zira dünyada kaybettiğiniz herhangi bir değerin bir şekilde yerine başka bir şeyi koymanız mümkün olabilir belki. Fakat kaybedilen bir zamanın yerine bir başka değeri koymanız mümkün değildir. Hal böyleyken insan olarak en çok düştüğümüz israf çeşidi de budur. Nitekim Allah Resulü’nün “İnsanlardan bir çoğunun aldanmış olduğu iki nimet vardır: Sıhhat ve boş vakit”[9] şeklindeki hadisi de bu hususa işaret buyurmaktadır.

Tam da bu hadisin bir tasdikçisi olarak bugün insanımızın en fazla zayi ettiği ve kaybettiğine üzülmediği şey “zaman” olmuştur. Zira günümüzde insanlar vakitlerinin çoğunu gezintilerde, pikniklerde, tv ekranlarının başında, internetle iştigalde, alış veriş merkezlerinde kısacası somut bir geri dönüşümü  olmayan ve hayatın amacıyla doğrudan ilgili olmayan şeylerle geçirmektedirler. Yani bugün, hayatımızı idame için küçücük araçlar olarak kullanmamız gereken şeyler amaç halini almıştır. Peşi sıra hayata hiç ölmeyecekmiş gibi bağlanma ve tüketim çılgınlığı gibi arızaları da getiren bu aymaz tutum, insanımızı sorumsuzca bir hayat yaşama uçurumuna sürüklemektedir. Dünyaya gönderiliş amacına da tamamen muhalif olan bu tavır netice olarak dünya ve ahiretin kaybedilmesine müncer olacaktır.

Vakti Nakit Bilenler

İtiraf edelim ki, şu gök kubbe altında vakit denen değeri bihakkın muhafaza eden bir nesil de yaşadı. Sahabe ve tabiin başta olmak üzere müteahhir ulemanın bu husustaki titiz tutumu bizlere örneklik teşkil etmektedir. Nitekim Hasen-i Basrî bu hakikati “Ey ademoğlu, sen günlerden ibaretsin. Bir gün gittiğinde senin bir parçan gitmiş olur. Ben öyle bir topluluğa eriştim ki sizin dirhem ve dinarlarınıza verdiğiniz önemin çok daha fazlasını vakitlerine verirlerdi”[10]şeklindeki sözüyle dile getirmektedir. Bu gök kubbe “hayatımın bana en ağır gelen zamanları yemek yediğim anlardır” diyen Halil b. Ahmed el-Ferâhîdî gibilerini de görmüştür.[11]

Keza ölüm döşeğinde son nefeslerini vermek üzereyken talebesi İbrahim b. el-Cerrah ile Hac menasikinde şeytan taşlamanın yürüyerek mi yoksa binek üzerinde mi yapılmasının daha faziletli olduğunu müzakere eden, oğlu vefat ettiğinde hocası Ebû Hanife’nin dersini kaçırma endişesiyle cenaze işlerini akrabalarına tevdi eden İmam Ebû Yusuflar da geçti bu diyardan.[12] Yolda yürürken talebelerinin kendisine cüz okuduğu Ebû Nuaymlar, keza yürürken kitap mütalaa ederek vaktini nakit bilen Hatib el-Bağdâdîler,[13] yemekte harcadığı vakitlere hayıflanan ve kendisiyle konuşmak isteyen kişiye “güneşi işaret ederek onu durdur senle konuşayım” diyen Fahrurraziler[14]’i de gördü bu dünya…

Nice benzerleriyle çoğaltılabilecek olan bu misaller vakti en kolay harcanan şey haline getirmiş olan bizler için büyük numunelerdir. Her geçen saniye aleyhimize işlerken, ve her an bizi biraz daha ölüme yaklaştırırken bu denli bir gaflet içinde acımadan tükettiğimiz zamanlara ne de çok hayıflanacağız. İçinde bulunduğumuz hayat nimeti ve bize verilen en büyük fırsat olan zaman lütfu üzerinde konuşurken Hz. Peygamber ’in şu hadisini her daim hatıra tutmak gerekir: “Cennet ehli Allah ’ı zikretmeden geçirdikleri anların dışında hiçbir şeye karşı pişmanlık duymayacaklardır.”[15]

Ne mutlu nimet elindeyken vakitlerini en kıymetli hazine bilip gereği gibi değerlendirenlere…


[1] İbrâhim, 33

[2] İsra, 12

[3] Asr, 1; Leyl: 1-2; Müddessir: 33-34; Tekvîr, 17-18; İnşikak: 16-17; Fecr: 1-2; Duha: 1-2;  İzz b. Abdisselam, Tefsîru’l-Kur’ân, Daru İbn Hazm, Beyrut, 1416, Baskı: I, III/485; Taberî, Câmi‘u’l-Beyân,Müessesetu’r-Risâle, 1420, Baskı: I, XXIV/590; Ayet-i kerimenin güzel bir tefsiri için bkz. Fahruddin er-Râzî, Mefâtihu’l-Ğayb, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut-Lübnan, 1420, Baskı: III, 32/277

[4] Ebû Nu‘aym, Hilyetu’l-Evliyâ, Daru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut, VIII/35

[5] Kıyame, 36

[6] Fâtır, 37

[7] Beyhakî, el-Âdâb, No: 799; es-Sünenu’l-Kübrâ, No: 6753;  Taberânî, el-Mu‘cemu’l-Kebîr, No: 5933; İbn Hibbân, Sahih, No: 2979

[8] Taberânî, el-Mu‘cemu’s-Sağîr, No: 760; el-Mu‘cemu’l-Evsat, No: 2191; el-Mu‘cemu’l-Kebîr, No: 9772; İbn Ebî Şeybe, Musannef, 19/215; No: 35839; Bezzâr, Müsned, No: 1435; Ebû Ya‘lâ, Müsned, No: 7434

[9] Buhârî, “Kitâbu’r-Rikâk”, No: 6049; Tirmizi, “Kitâbu’z-Zühd”, No: 2304; el-Mu‘cemu’l-Evsat, No: 6163; el-Mu‘cemu’l-Kebir, No: 10786; Hakim, el-Müstedrek, No: 7845; Bezzâr, Müsned, No: 6708; İbn Mâce, “Kitâbu’z-Zühd”, No: 4170

[10] Abdülfettah Ebû Gudde, Kıymetu’z-Zemen İnde’l-Ulemâ, Mektebu’l-Matbû‘âti’l-İslâmiyye, Baskı: X, s. 27

[11] Ebû Gudde, a.g.e., s. 28

[12] Ebû Gudde, a.g.e., s. 29

[13] Ebû Gudde, a.g.e., s. 48, 51

[14] Ebû Gudde, a.g.e., s. 66

[15] Taberânî, el-Mu‘cemu’l-Kebîr, No: 182; Müsnedu’ş-Şâmiyyîn, No: 446; İbnu’s-Sünnî, Amelu’l-Yevm ve’l-Leyle, 1/6; Heysemî, Mecma‘u’z-Zevâid, X/70