Soru: Bazı arkadaşlarımızın ismi “Abdussamet, Abdülkerim” gibi isimler oluyor ve genellikle toplum içerisinde bu tarz bir isim taşıyanlar “Samet ve Kerim” diye çağrılabiliyorlar. Bu durum bir kula Allah’ın isminin kullanılmasını gerektirip tehlike arz etmiyor mu?

Cevap: Bir hayli tekerrüründen dolayı artık toplumumuzda umumu belva durumunu almış bir meseleyi gündeme getirmişsiniz. Bu konuyu şöyle izah edebiliriz: Tabi ki Allah Teâlâ’ya mahsus olan bir ismin her hangi bir kul için söylenmesi yakışık kalır bir durum değildir. Ancak, bir hayli yaygın olduğunu söyleyebileceğimiz böyle bir işin şirk anlamına geleceğini ve bunu yapanların tecdid-i iman yapmaları gerektiğini söylemek en gerçekçi ifadeyle işin ifrâtî boyutu olacaktır. Bu noktanın altını ve üstünü evvela çizmiş olalım. İşin mahzurlu boyutuna gelince;

Hadis kitapları incelendiğinde Hz. Peygamber Aleyhissalatü vesselam’ın muhatap olduğu bir kısım insanların isimlerine yönelik bir takım değiştirmeler ve tashihler yaptığı görülecektir. Misal kabilenden zikretmemiz gerekirse Hz. Peygamber kendi ismi ve künyelerinin dahi kendisinin dışında herhangi bir kimsede cem edilmesini yasaklamışlardır.[1] Durum böyleyken Allah Teâlâ’ nın herhangi bir isminin bir kulda kullanılması evleviyetle caiz olmayacaktır.

Konuyla ilgi nakletmemiz gereken bir rivayette Hz. Peygamber (Aleyhissalatü vesselam): “Kıyamet günü Allah katında isimlerin en alçağı Meliklerin meliki (Şehinşâh) olarak isimlendirilen kimse (nin) ismidir.”[2] Buyurmaktadır. Bu hadisin ifade ettiği manadan da anlaşıldığı üzere “ Haliku’l-Halk, Ahkemu’l-Hâkimîn, Sultanu’s-Salatîn, Emîru’l-Ümerâ” gibi isimlerin her hangi bir mahlûka kullanılması caiz değildir. Bu yasaklama Allah Teâlâ’ nın isimlerinden olup sadece ona mahsus olan “Rahman, Kuddûs, Cebbâr” gibi isimler için de geçerlidir.[3] Bundan dolayı hadisteki “Meliku’l-Mülûk” ifadesini izah eden Süfyan (Rahimehullah) Şehinşâh gibi tabirlerin de hadiste vurgulanan yasaklama kapsamına dâhil olacağını söylemektedir.[4] Şu halde zamanımızda ismi Abdurrahman olan kişiye adını telaffuzda kısaltmaya gidilerek sadece “Rahman” denilmesi şer’an caiz değildir.[5]

Ayrıca bir diğer rivayette Efendimiz (Aleyhissalatü vesselam)’in  “Azîz” ismini değiştirdiği kayıtlıdır.[6] Zira “Aziz” ismi Allah Teâlâ’nın isimlerinden biri olması münasebetiyle kula yaraşmaz. Kula yakışan tevazudur, inkisardır ve boyun kırıklılığıdır.[7] İzzet ve ululuk ise sadece Allah Teâlâ’ya münasip olacak sıfatlardır. Bu yüzden kibirlerinden kaynaklanan istinkâfları yüzünden Allah’a iman ve ibadete muvaffak olamayanlara Cenab-ı Hakkın “ Tat (bakalım bu azabı) Şüphesiz ki sen çok aziz/ulu ve pek şerefli bir adam ancak sendin” sözü bu manaya işaretendir.[8]

Ez Cümle; Allah Teâlâ’ nın isimlerinden yukarıda belirtildiği üzere sadece zatına mahsus olan isimlerin hiçbir türlü kulda kullanılması caiz olmaz. Diğer isimlerin de Allah Teâlâ’ya söylendiği şekil üzere lam-ı tarifle “er-Rahim, el-Kerim, es-Samet” şeklinde kula söylenmesi asla caiz olmaz. Zira konuyla ilgili ayet-i kerimede “O en güzel isimler yalnızca Allah’a aittir. Öyleyse onu onlarla adlandırın. Onun isimleri hususunda doğrudan sapmakta olan kimseleri ise bırakın”[9] buyrulmaktadır. İmam Ata’ nın tefsirine göre ayette yer alan Allah’ın isimleri hususunda doğrudan sapmak isimlerinde ona benzemektir.[10]  Sadece “Rahim, Samet” denilmesi  bir nevi isimler hususunda ona benzemekten hali olmayacağı için uygun değildir, sakınılması gerekir.

Vesselam…


[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 12/333, No: 7377, Buhari, Kitabu’l-İlim, No: 110, Müslim, Kitabu’l-Adab, No: 2131, Ebu Davud, Edep, No: 4965, İbn Mace, Sünen, No: 3735, Hâkim, el-Müstedrek, No: 7735, İbn Hibban, Sahih, Kitabu’l-Hazr, No: 5812, Darimi, Sünen, Kitabu’t-Tahare, No: 2735, el-Beyhaki, es-Sünenu’l-Kübra, No: 19797, Ebu Ya’la, Müsned, No: 1915, el-Bezzar, Müsned, No: 3715

[2] Buhari, Kitabu’l-Edep, No: 5853, Müslim, Kitabu’l-Adab, No: 2143, Hakim, el-Müstedrek, No: 7723, el-Bezzar, Müsned, No: 8862, et-Taberani, el-Mu’cemu’l-Evsat, No: 4365

[3] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, XIV/91 Daru Tayba, Riyad, 2011, B.IV

[4] Şihabuddin el-Kastalanî, İrşadu’s-Sârî, XIII/ 206, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan, 2012, B.III

[5] Muhammed Taki el-Usmanî, Tekmiletu Fethi’l-Mülhim, IV/ 128 Daru’l-Kalem, Dımeşk, 2006, B.I

[6] Ebu Davud, Sünen, Kitabu’l-Edep, No: 4956

[7] Ali el-Kârî, Mirkâtu’l-Mefatih, IX/25 Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan, 2012, B.III

[8] Ebu Süleyman Hamd b. el-Hattabî, Mealimu’s-Sünen, IV/ 127 Bsk: Muhammed Rağib et-Tabbâh,

[9]  A’râf, 180

[10] Celalettin es-Suyûtî, ed-Dürru’l-Mensûr, III/ 555 Daru İhyai’t-Türasi’l-Arabî, Beyrut-Lübnan 2001, B.I