Soru: Kur’an-ı kerimde Maide süresi 6. Ayet-i kerimede geçen “ve erculekum” kıraati malum. Birde “ve erculikum” kıraatinden bahsediliyor. Öncelikle bu kıraatin sahih olup olmadığını sormak istiyorum. İkinci olarak da şayet bu kıraat sahihse buradan yola çıkarak abdestte ayaklarımızı mesh etmemizin caiz olup olmadığını soracağım. Teşekkürler…

Cevap:  İsterseniz kıraatin subûtî durumuyla meselemize başlayalım. Bu ayet-i kerimede yer alan “ و أرجلكم ” ifade-i celilesi kıraat olarak nasp/ üstün ve “cer/ esre” olarak nakledilmiştir. [1] İbn Kesir, Ebu Amr, Ebu Bekir (Asım’ın râvilerinden biri), Hamza,[2] Ebu Cafer, Half, Enes, İkrime, Yahya, eş-Şa’bi, el-Bakir, Katade, Alkame, Dahhak, el-A’meş, bu kelimeyi cer ile okuyan imamlardandır. Nafi’,[3] el-Kisai, İbn Amir, Hafs  (İmam Asım’ın diğer Râvisi) , İbn Mesud, Yakup[4], Ebu Bekir, İbn Abbas, eş-Şafii, Ali, el-Mufaddal gibi imamlar da bunu fethalı/ üstün olarak okuyan[5] imamlardır.[6] Şu halde kıraatin subûtî açıdan tevatürle nakledilmiş bir kıraat olduğunu söylememiz gerekmektedir.[7] Nasp kıraatini tercih edenlere göre ayakların yıkanması farz olduğu gibi cer kıraatini tercih edenlere göre de ayakların mesh edilmesi caiz[8]  olacaktır.[9] el-Kaffal  “Tefsir” inde İbn Abbas, Enes b. Mâlik, İkrime, eş-Şa’bî, Ebu Cafer Muhammed b. Ali el-Bâkır (Radıyallahu Anhum)’ ın görüşlerinin ayakların meshedilmesinin farz olması şeklinde olduğunu nakletmektedir ki bu görüş bir Şii fırka olan İmâmiyyenin görüşüne de paraleldir.[10]Bir kısım zahiriler de yıkama ile mesh etmenin cem edilmesinin vacip olduğu görüşündedirler.[11] Sadece ve sadece ayakların yıkanmasının farz olmasını inkâr etme anlamında yukarıdaki listeye bir de İbn Cerir et-Taberî’ yi ekleyecek olursak geriye bütün bir ümmetin ayakların yıkanmasının farz olduğu şeklindeki icmâî ve ittifâki görüşü kalacaktır.[12]Kaldı ki yukarıda ismi geçen ve kimisi sahabî, kimi de tabiin fakihlerden olan müçtehit zatlara bu görüşün nispetinin ne denli sağlıklı olduğunu ortaya koymayı da göz önüne aldığımızda yıkamaya karşılık mesh etme şeklindeki görüşün ne denli zayıf kalacağı izahtan varestedir. Ayrıca aynı kişilerden yıkamanın farz olduğu görüşüne döndüklerine dair yapılan rivayetler de zafiyetin tezahürü adına açılan yeni bir pencere mesabesindedir. Sözü fazla uzatmadan cer kıraatini savunanların görüşlerine delil olarak ortaya koydukları gerekçeleri  serdettikten sonra bu iddialara verilen cevapları zikretmekle devam edelim:

Meshi savunanlar ve gerekçeleri:   

 

  1. Kıraat imamlarından Nâfi’ İbn Âmir, Hafs, Kisâi ve Yakub’un okuyuşuna göre ayet ayakların yıkanmasını, geri kalanının okuyuşlarına göre ayaklara meshedilmesini emreder. Ebubekir er-Râzî, her ikisini de “Meşhur kıraat” olarak verir. Ehl-i sünnet okuluna mensup âlimlerin çoğunluğu birincisini, Ehl-i beyt okulu mensupları ve Taberî gibi bazı sünnî imamlar ikincisini tercih ederler.[13]
  2. Bu konuda cer kıraati esas teşkil etmektedir. Zira cer kıraatinin hükmünce ayakların meshedilmesi tıpkı başın meshi gibi emrin sahasına dâhil olacağından dolayı farz olacaktır. Bu konuda cer kıraatinin farziyetini ıskalamak adına söz konusu rivayetin civar[14] için geldiğini söylemek doğru değildir. Doğru olan baş için söz konusu olan farziyetin ayaklar için de geçerli olmasıdır. Aksi durumda hakikat ile mecazın toplanması söz konusu olacaktır.
  • Eğer âyette geçen mesh –yıkamayı savunanların öne sürdükleri gibi- şayet mesh manasında mülahaza edilecek olursa, bu durumda “Efendimiz abdestte ayaklarını gaslederdi/ yıkardı” şeklindeki haberle de istidlal edilememesi gerekir. Çünkü ihtimaldir ki; buradaki gasille kasıt da mesh etmek olabilir.
  1. Ayrıca Ebu Zeyd’in “Namaz için mesh yaptım” sözünden yola çıkarak mesh kelimesinin yıkama manasına geldiğini öne sürmek de isabetli değildir. Çünkü onun bu ifadeyi kullanması “Teğasseltu/ yıkandım” kelimesini kullanması durumunda gusül manasının anlaşılması şeklindeki bir yanlış anlamanın öne geçilmesi gayesine matuftur. Bunun için gasil ifadesinin yerine mesh ifadesini kullanmıştır. Çünkü yıkanan bir şey sonuçta mesh edilmiş de olur. Şu halde buradan hareketle bu ayet üzerinde konuşurken mesh kelimesinin gasil manasına geldiğini savunmak yersiz bir düşünce olur.
  2. Bu konuyla ilgili İbn Abbas (Radıyallahu Anhuma)’dan “ Abdest iki yıkama ve iki mesh etmedir”[15] şeklinde rivayet nakledilmiştir. Ayrıca şu hadise de ayakların mesh edilmesinin farziyetini ifade etme anlamında ehemmiyet arz eder: Humeyd şöyle demiştir: “Musa b. Enes, Enes (Radıyallahu Anh)’e “Haccac bize Ehvaz’da hutbe verdi ve abdesti anlatarak “Yüzlerinizi, ellerinizi yıkayın. Başınızı mesh edin ve ayaklarınızı da yıkayın. Zira Âdemoğlundan pisliğine ayaklarından daha yakın olan hiçbir şey yoktur. Şu halde ayaklarınızın altını, üstünü ve ökçelerini yıkayın dedi” diye anlattı. Bunun üzerine Enes b. Mâlik; Allah doğru söyledi, Haccac yalan söyledi. Allah Teâlâ “Başlarınızı ve ayaklarınızı mesh edin buyurdu” dedi. Enes (Radıyallahu Anh) ayaklarını mesh edince onları ıslatırdı.[16] Bütün bu rivayetler ve benzerleri abdestte ayakların mesh edilmesinin farziyetine, en azından meşruiyetine delalet etmektedir.
  3. Teyemmümde ayakların mesh edilmemesi başın meshedilmemesiyle ilişkilidir. Zira her ikisinin de abdestte hükmü mesh edilmek olduğu için teyemmüm abdestinde hükümleri beraberce düşmektedir. Bu da abdestte baş ile ayakların hükümlerinin aynı olduğunu ortaya koymaktadır.

Yıkamayı savunanların gerekçe ve cevapları

  1. Kıraat imamlarının bu kelimeyi nasp ve cer halinde okuduğunu zaten yukarıda belirtmiştik, bu müsellemdir. Her iki kıraatin de mütevatir oluşu itiraz götürmeyecek bir husustur. Ebubekir er-Râzî’ nin her ikisini de meşhur olarak vermesi meselesine gelince; bu ayrıntının Ebubekir er-Râzi’ ye mahsusmuş gibi onun ismi maiyetinde zikredilişi taaccübe şâyandır. Çünkü bu husus konuyu mütalaa için atf-ı nazar edeceğimiz hemen hemen tüm eserlerde ittifâkî olarak kaydedilen bir husustur.[17] Bu mahalde yapılmak istenen geçiştirme usulüyle ispata kalkışılan ve tam anlamıyla kifaî miktarda delile ulaşılamadığından dolayı parçacı bir okuma ve aktarma anlayışıyla meseleye takla attırılmasıdır. Zira el-Cessâs’ ın her iki kıraat için hemen herkes gibi meşhur(mütevatir) demesi konunun hükmü açısından neyi değiştirecektir? O, kendisine ait “Ahkâmu’l-Kur’an” ında, “Mesâilu’l-Hilâf” ında ve “Şerhu Muhtasari’t-Tahâvi”sinde, bu meseleyi ele almış ve nasb kıraatinin tercih edilmesi ve buna bağlı olarak da abdestte ayakların meshedilmesinin değil yıkanmasının farz olduğunu delillendirmiştir. Bahsi yapılan eserlerdeki beyanâtına bakılacak olursa el-Cessâs’ın konu hakkındaki görüşü özetle şudur: “Her iki ayet tüm bir ümmet tarafından nakledildiği için müstakil iki ayet gibi kabul edilirler. Şu halde bu iki kıraatten yola çıkacak olursak önümüze üç ihtimal çıkmaktadır: Ya buradaki farziyetin hem yıkama ve hem de mesh etme şeklinde tamamı olduğunu farz edeceğiz. Veya ayetin kastının muhayyer/ serbest bırakma olduğunu ve dileyenin yıkama emri ile dileyenin de mesh etme emri ile amel etmesinin caiz olduğunu söyleyeceğiz. Yahut da, ayetin kast ettiği mananın iki emir arasında muhayyerlik değil de belirli olarak birinin farziyetini ifade olduğunu belirtmek durumunda kalacağız. Birinci olarak zikredilen her ikisinin de ayetin kastı içerisinde olduğu şeklindeki ihtimalin tahakkuku mümkün değildir. Zira ümmetin tamamı bunun hilafı/ zıttı üzere icma etmiştir.[18] İkinci ihtimal olarak belirttiğimiz tahyir/ serbest bırakma da ayetin maksadı kapsamına giremez. Zira Âyette tahyir ifade edecek her hangi bir lafız bulunmadığı gibi bu manaya delalet edecek her hangi bir şey de mevcut değildir. Şu halde baki kalan bir ihtimaldir ki; o da ayetteki farziyetten maksadın ya mesh etme yahut da yıkamadan birisinin olduğudur. İki ihtimalden hangisinin murad-ı ilâhîye uygun olduğunu bulabilmemiz için delil aramamız gerekmektedir. Ayetteki ayaklarla ilgili verilen hükümden maksadın yıkama olduğunun başlıca delili bütün bir ümmetin kişinin ayakları yıkaması durumunda farziyeti ve ayetin maksadını yerine getirdiğine, ayrıca bir kişinin meshi terk etmesinden dolayı kınanmayacağına dair görüş birliğinde bulunmasıdır. Bu lafız iki manadan her birine ihtimalli olması cihetiyle de beyana ihtiyaç duyan mücmel lafız hükmündedir. Öyleyse, Peygamberin fiili veya kavli ile beraber manası ve kastı açığa çıkacaktır. Ayetin icmalini/ kapalılığını açığa çıkaracak Peygamber fiili tevatüren nakledilmiş olan “ Muhakkak ki Nebî abdestte ayaklarını yıkadı” şeklindeki ifadedir. Beyan sadedinde gelen fiil ise vücup ifade etmektedir. Kavlî beyan ise Câbir, Ebu Hureyre, Âişe ve Abdullah b. Ömer (Radıyallahu anhum) ve başkaları tarafından nakledilen “Peygamber ayaklarına suyun değmediği bir kısım insanların topuklarını gördü ve “Ateşten ökçelere veyl olsun” buyurdu” [19]şeklindeki hadistir. Bu hadiste yer alan tehdidin sadece farzı terk eden kişiyle ilgili olabileceği hususu izahtan müstağnidir.[20] Bütün bunlardan açık bir şekilde anlaşılmıştır ki; Ebubekir er-Râzî’ nin bu mesele hakkındaki görüşü ümmetin tamamının görüşü şeklinde arz edebileceğimiz ayakların yıkanmasının farz olması şeklindeki görüşüyle aynıdır. Ehl-i sünnet ve ehl-i beyt kavramlarının aralarında fark olan iki kavram olarak sunulmaya çalışılması da malum bir gaye uğruna ortaya konan dehşetli bir desisedir. Ehl-i beyt ehl-i sünnetin ta kendisidir. Şayet bu mahalde ehl-i beytin görüşü olarak verilen “ayakların yıkanması “ şeklindeki görüş, Ebu Cafer el-Bakır’ın ayetteki “ve erculekum” ifadesini cer ile okumasından ve yukarıda da naklettiğimiz gibi İbn Abbas’ın buna cevaz verdiği şeklindeki karinelerden yola çıkılarak savunuluyorsa bu müddeasından tahallüf eden bir delil olur. Zira yıkamayı savunan bütün bir ümmet cer kıraatini inkâr etmemektedir. Lakin cer kıraatinin birazdan serdedeceğimiz bir kısım manilerden dolayı meshin farziyetini ifade etmeyeceğini söylemektedirler. Ehl-i beytin görüşü derken neye istinat edildiği de zikredilmeyip mesele karambole getirildiği için somut örnekler üzerinden konuşmamız pek mümkün gözükmüyor. Meseleyi tahkik sadedinde Taberî’ye atıf yapan Mealcimiz Taberî’ yi bi hakkın incelemiş olsaydı onun ehl-i beyt neferlerinden olan Hz. Ali’nin hem ayakları topuklara kadar yıkamayı emrettiğini[21] , mukaddem olanın da muahhar olanın da nasp kıraaati olduğunu söylediğini[22]görecek ve hem de İbn Abbas’ın “İş gasile dönmüştür” şeklindeki fetvasını[23] okumuş olacaktı. Ret sadedinde yeterince tafsilatı burada aktarmamızın mümkün olmaması nedeniyle şu kadarını belirtmekle iktifa etmiş olalım: İslamoğlu’nun Taberî’ye yaptığı atıfla ilgili iki ihtimal söz konusudur. Birinci ihtimale göre İslamoğlu sair kitaplarda yer aldığı şekliyle Taberi’ye yapılan tahyir isnadını okumakla yetinmiş ve Taberî’ nin bizatihi eserini mütalaa ederek ona bu görüşü nispet etmemiştir. Yahut da Taberî’ nin görüşünü kendisine ait eserden nakletmeyi daha ilmî görmüş ve eserini okuyarak onun görüşü adına edindiği kanaatini satırlara dökmüştür. Alâ külli hâl ihtimallerin iki sayısına münhasır kılınması İslamoğlu’nun Taberî’ nin görüşünü anlayamadığı yahut doğru aktaramadığı şeklindeki tek neticenin tahsiline engel teşkil etmemektedir. Zira İbn Cerîr et-Taberî’ nin konuyla ilgili mezhebini nakledenler onun görüşünü “ Kişinin Mesh yapmakla gasil yapmak arasında muhayyer olduğu” şeklinde kaydetmektedirler. İbn Kesîr’in de ifâde ettiği gibi Taberî’ nin mezhebini böyle aktarmak onun görüşünü anlayamamaktan neşet etmektedir. Zira yıkamanın içerisinde zaten mesh etmek olduğuna göre tekrardan ayakları mesh etmenin ne gibi bir anlamı olabilecektir? Öyleyse Taberî’ nin görüşü ayakların yıkanmasıyla yetinilmemesi ve buna ziyade olarak bir de ayakların ovulmasıdır. Zira ayakların çamur ve yerle irtibatı sair azalara nispetle fazladır. Şu halde Taberî nasp kıraatinin gerektirdiği mana olan yıkama ile cer kıraatinin muktezası olan mesh etmeyi cem etme adına yıkamaya ziyade olarak bir de ovulmasını şart koşmaktadır.[24] Yıkama ile beraber iktifa etmeyip artı olarak bir de gasli /yıkamayı şart koşan birinin mezhebini sadece mesh yapmaya cevaz verdiği şeklinde aktarmak nakil hainliğinden başka hangi ifade ile tabir edilebilir?
  2. “Ve erculikum” kıraatinde bizler de bu lafızdan önce “imsehû/ meshediniz” şeklindeki emri müteallak olarak takdir ediyoruz. Ancak bize göre birinci mesh emri ile beraber ikinci mesh emri aynı manayı ifade etmemektedir. Zira lafızlar taaddüt ettiğinde mananın da taaddüt etmesi her hangi bir mahzur taşımamaktadır. Aynı lafzın matufun aleyhte mecâzî bir mana ifade edip matufta hakiki mana ifade etmesi mümkündür. Hatta bunun misali “Ey iman edenler! Sarhoşken ne dediğinizi bilinceye dek namaza yaklaşmayınız! Cünüpken de…”[25] şeklinde devam eden ayet-i kerimede görülmektedir. Söz konusu ayette birinci olarak zikredilen salât/ namaz şer’î manası olan “erkân-ı mahsusa” yı ifade ederken ikincisi namazın mahalli olan mescidi anlatmaktadır. Bu şekildeki bir hakikat ve mecazın cemi kendisi de bir imâmî olan “Zübdetu’l-Usûl” şârihi’nin belirttiği gibi caizdir. Yukarıdaki âyeti bir çok imâmî müfessir de bu şekilde tefsir etmiştir. Şu halde bahsinde olduğumuz âyette de birinci meshin gerçek manasında olması ve ikinci meshin de mecazî manasında olmasının önünde her hangi bir engel yoktur. Üstelik İmâmîye ve Şafî mezhebinin usulünce hakikat ile mecazın arasının cem edilmesinde yahut müşterek bir kelimenin her iki manasında kullanımında her hangi bir beis yoktur. [26] Şu halde ayetin iki kıraatle okunabileceği ve bu iki kıraatin gasil ve mesh şeklindeki iki manayı da muhtemil olduğu açıktır. Lakin Efendimiz Aleyhissalatü vesselam’ın hiçbir zaman ayaklarını mesh etmemesi ve buna ilave olarak da abdestte ayaklarını tam yıkamayan bir kavmi tehditvari bir ifadeyle uyarması cer kıraatinin meshi de caiz kılmayacağını göstermektedir.[27] Bunun içindir ki İmam eş-Şafii “Biz bu ayeti ve erculekum diye okuruz” diyerek nasp kıraatinin ifade ettiği gasil/yıkama manasının tercihe şayan olduğunu söylemektedir.[28] Yoksa cer ile okunmasının caiz olmadığını değil.
  • Mesh kelimesinin bir takım sebeplerden ötürü gasil manasında kullanılması hiçbir zaman gasil kelimesinin de mesh manasında isti’mal edilmesini gerektirmez. Bu şekildeki bir nazariyeyi öne sürerek aksî bir istidlal veçhiyle gaslin de mesh manasına gelebileceğini söylemek çok tutarlı olmaz. Kaldı ki, gaslin/ yıkamanın farz olduğunu savunan bir kısım âlimler meshin gasil manasına geldiğini savunurken arap dilinden istifadeyle bunu savunmuşlardır. Ebu Zeyd el-Ensari’ den de nakledildiği üzere araplar abdest alıp azalarını yıkayan bir adam için “قد تمسح” denmesini sahih kabul etmişlerdir. Aynı şekilde Arapçada “Azalarımı yıkadım” manasında “تمسحت للصلاة ” denmesi de arap lisanına uygun bir istimaldir.[29]  Allah Teâla’ nın bir insanı günahlardan arındırıp temiz kılması manasında “مسح الله ما بك” “Allah sende olan (günah) ları silsin, yıkasın” denmesi de arap diline uygundur. Şu halde arap dilinde mesh kelimesinin gasil/ yıkama manasında kullanılması sahih olduğuna göre ayetteki meshin de yıkama anlamında olduğunu söyleyenlerin görüşünün ne denli isabetli olduğu açığa çıkmaktadır.[30]  Zaten bu görüşe gidilmesine sebep olan ana etken de konu hakkındaki rivayetlerin tamamına yakınının yıkamaya yönelik olmasıdır. Konu hakkındaki rivayetlerin de gasli desteklemesi ayetteki meshin gasil/yıkama olarak anlaşılması gerektiğini desteklemektedir.[31]
  1. Ebu Zeyd rivayetinde kullanılan “تمسحت للصلاة ifadesinin “gusül aldım manasını vehmettirmesinden dolayı kullanıldığını kabul etmiyoruz. Zira müddaî’ nin de iddia ettiği gibi şayet yıkanılan şey aynı zamanda mesh edilmiş de oluyorsa o halde meşhûr ifadenin de bu manaya ihtimalli olması gerekir. Her halükârda bunun böyle olmadığını farz edecek olsak dahi bu bizim söylediğimiz “mesh” kelimesinin “gasil” anlamında kullanılmadığını göstermez. Zira biz sadece bu misal üzerinden hareket ederek mesh kelimesinin gasil/yıkama anlamında kullanıldığını savunmuyoruz.[32] Bilakis bizim bu konuyu savunuşumuz yukarıda da serdedildiği veçhiyle birkaç misal üzerindendir. Tamamının olmadığını farz etsek arapların “مسح الارض المطر” “Yağmur yeri mesh etti/yıkadı” şeklindeki istimali davamızı ispat etmek için kifai bir delil olacaktır.[33] Bir de söylediklerimize ziyade olması kabilinden şu noktanın da belirtilmesi gerekir: Allah Teâlâ ayette “ercule (i)kum” ifadesini “الى الكعبين”/ topuklara kadar ifadesiyle kayıtlamıştır.[34] Şu halde bu ifade bize iki ayaktan her birinde iki tane topuk olduğunu gösterir. Bu kaydı göz önüne alarak ayete meshin hususi manası olan mestler üzerine mesh şeklindeki mesh manasını yükleyecek olursak[35] şu halde ayetin manası “Ayaklarınızı topuklara kadar meshediniz şeklinde olacaktır ki” bunu da kimse savunmamıştır. Yani sözün özü gaye yıkanan şeyler için mülahaza edilebilir. Meshedilen azalar yahut teyemmüm azaları gibilerinde düşünülemez.[36]
  2. Konunun rivayet cihetiyle beraber tahliline gelince; Hz. Ali İbn Abbas, Enes b. Malik (Radıyallahu Anhum) gibi sahabilerden yapılan nakiller haddi zatında hadis kaynaklarında yer alan ve muhaddisler tarafından eserlerde nakledilen rivayetlerdir.[37] Bu sahabilerin mesh görüşünden döndükleri de yine sabit olan bir şeydir.[38] Bununla birlikte şu rivayetleri bize aktaran sahabenin yine bizzat kendileri Efendimiz’in abdestte ayaklarını yıkadıklarını nakletmektedirler. Meseleyle ilgili rivayetleri tek tek gözden geçirdiğimizde Efendimizden ve bir kısım sahabîlerden nakledilen mesh etmeyle ilgili rivayetlerin işin başlarında olduğu ve daha sonra bunun kaldırılıp nesh edildiği görülmektedir. İbn Abbas’ın mezkûr ayeti okuyup “(En son) emir/,iş gasile/ yıkamaya dönmüştür”[39] demesi, İbn Ebi Leyla’ nın gasille ilgili sahabenin icma ettiğini nakletmesi ve Ata b. Ebi Rabah’ın “ Ayaklarını mesh eden kimseyi görmedim”[40] demesi söylediğimiz manayı ispat eden onlarca rivayetten sadece iki üç tanesidir. Bu rivayetlerin büyük bir kısmını İmam et-Tahavi’ nin “Şerhu Meani’l-Asar” [41] ında Yahut “Ahkamu’l-Kur’an”[42]ında görmemiz mümkündür. Ayrıca meshle ilgili rivayetlerin mestler üzerine mesh” şeklinde anlaşılması gerekir. Bu gereklilik Efendimizin fiilinden anlaşılmaktadır. Zira Peygamberin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) mübâşereten çıplak ayak üzerine mesh yaptığına dair her hangi bir sahih nakil mevcut değildir.[43] Bunun için İmam el-Beyhaki, ayaklar üzerine mesh etmeyle ilgili varid olan rivayetlerde ihtisar bulunduğunu söylemiş ve bunların tamamının mestlerin içerisindeki ayaklar şeklinde anlaşılması gerektiğini savunmuştur.[44] Bir takım hadis kaynaklarında bahsi yapılan rivayetlerin filhakika mestlerle ilgili olup[45] çıplak ayak şeklinde anlaşılmaması gerektiğine dair de şahitler mevcuttur.[46] Ala külli hal, bunun böyle olmadığını farz edecek olsak dahi, Efendimiz Aleyhissalatü vesselam’ın ayaklarını tam yıkamamış olan bazı kimseleri gördüğünde buyurduğu “ Ökçelere ateşten veyl olsun”[47] şeklindeki hadisi bu konuda umde sayılmış ve bu rivayetin mesh etmeyle ilgili ortaya atılan rivayetleri nesh ettiği söylenmiştir. Zira ayakların tam anlamıyla yıkanmaması[48] mukabilinde söylenen bu tehdid ifadesi, abdestte ayakların yıkanmasının farz olduğunu göstermektedir.[49]  İmam et-Tahavi, İbn Hazm nesih görüşünü benimsedikleri gibi İbn Şahin,[50]el-Ca’beri,[51] gibileri de nesih görüşünde olduklarını tasrih etmektedirler. İbn Hacer, et-Tahâvî’ nin nesih görüşüne “ayakları belirecek şekilde mestleri yarılmış olan kişinin artık mestler üzerine mesh yapmasının caiz olmadığı hususunda icma bulunmasıyla delil getirdiğini zikreder.[52]
  3. Teyemmümden hareketle ayaklar ile baş arasında mesh-yıkama bağlamında bir ilişki kurmak tutarlı bir davranış olmayacaktır. Zira böyle bir iddia ayetle maksadın kesinkes gasil olmamasını gerektirmektedir. Hâlbuki kişinin ayaklarını yıkadığında kendisine farz olanı yerine getirmiş olacağı hususunda ittifak vardır. Yine ümmetin tamamı Efendimizden gasilin/ ayakları yıkamanın nakledildiğine dair ittifak içerisindedir. Bir de meselenin şu boyutu var: Suyun bulunamaması durumunda gusülde farz olan vücudun tamamının yıkanması yerini teyemmüm abdestine bırakmaktadır. Ve teyemmümün gusül yerine alınmasıyla abdeste halef olarak alınması arasında her hangi bir fark yoktur. Şu halde guslün yerine alınan teyemmüm abdestinde iki uzvun (yüz ve kollar) yıkanması tüm bedenin yıkanması yerine geçmektedir. Bu mantık üzerinden düşündüğümüzde abdestte farz olan ayakların yıkanması meselesinde teyemmümde de şu iki uzvun mesh edilmesi yıkanmaları mesabesine kaim olabilmektedir.[53]

Netice:

Hâsıl-ı kelâm: Cer kıraati tevatür derecesinde olan sabit ve sahih bir kıraattir. Mukabilinde bulunan ve tam zıttına bir mana ifade eden nasp kıraatiyle hükmü çeliştiğinden dolayı ayette bir icmal hâsıl olmuştur. Mana itibarıyla ortaya çıkan bu kapalılığın çözülebilmesi için Kur’an’ın birinci derecedeki mübeyyini/açıklayıcısı olan sünnete başvurulması gerekmektedir. Sünnette de Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in çıplak ayak üzerine mesh yaptığı sabit olmadığından cer kıraatinin mesh manasının dışında farklı bir takım manalara hamledilme zorunluluğu doğmuştur. Yahut da İmam et-Tahavi gibilerinin söylediği gibi cer kıraati hükmü açısından mensuhtur. Şu durumda yapılması gereken şey İmam Malik, Ebu Hanife, Süfyan, Züfer, Ebu Yusuf, Muhammed (b. Hasen),eş-Şafii  (Rahimehumullâh) ve bunların dışındaki ekser ehl-i ilmin dediğini alarak[54] farz olanın yıkamak olduğunu söylemektir. Vesselam…


[1] el-Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, II/ 228 Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan 1995, B.I

[2] Alauddin Ali b. Muhammed el-Bağdadi, Tefsiru’l-Hazin, II/228 Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan 1995, B.I

[3] Abdullah b. Mahmud en-Nesefi, Medariku’t-Tenzil ve Hakaiku’t-Te’vil, I/ 318 el-Mektebetu’t-Tevfikiyye, Kahire, Mısır

[4] Ahmed el-Benna, İthafu Fudalâi’l-Beşer, I/ 530 Alemu’l-Kütüb, Beyrut, Mektebetu’l-Külliyyati’l-Ezheriyye, Kahire, 1987, B.I

[5] Bu noktada bir de el-Hasen ve el-A’meş Süleyman’a nispet edilen ref kıraati varsa da ez-Zemahşerî’ nin de ifade ettiği gibi bu kıraat her iki tarafın da görüşlerine mesnet teşkil etmelerine elverişli olan bir kıraat veçhi değildir. ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, s. 281 Dâru’l-Ma’rife, Beyrut-Lübnan 2005, B.II

[6] Bkz. el-Bahr, I/105, III/ 438, es-Seb’a/ 242-243, et-Taberi, VI/ 81-83, en-Neşr, II/ 254, Meani’l-Ferra, I/ 302, Mecmau’l-Beyan, VI/ 34, el-Muharrer, IV/369, Haşiyetu’ş-Şihab, III/ 220, er-Razi, XI/ 161,el-Beyan, I/ 284, Zadu’l-Mesir, II/ 301, el-Unvan/ 87, Haşiyetu’l-Cemel, I/ 467, el-İthaf/ 198, el-Mükerrer/ 33, el-Kurtubi, VI/ 91, el-Keşfu an Vucuhi’l-Kıraat, I/406-407, Hüccetu’l-Kıraat, 223, et-Teysir, 98, İbn Haluye, el-Hücce, 129, İ’rabu’-Nehhas, I/ 485, el-Mebsut, 184, et-Tabsıra, 484, Meani’z-Zeccac, II/ 152, İrşadu’l-Mübtedi, 294, el-Ukberi, I/ 422, Şerhu’ş-Şatıbiyye, 186, el-Keşşaf, I/ 449, Müşkilu İ’rabi’l-Kur’an, I/221, Garaibu’l-Kur’an, VI/ 31, et-Tibyan, III/ 447, Şerhu’t-Tasrih, II/ 237, Muğni’l-Lebib, 467, 825, 895, Şuzuru’z-Zeheb, 331, el-İnsaf,/ 603, 609, Hem’u’l-Hevami’ IV/ 304, Tuhfetu’l-Akran, 30/158,159,el-Eşbah ve’n-Nezair, I/ 322 ve II/237, İ’rabu’l-Kıraati’s-Seb’i ve İleluha, I/ 143, Dekaiu’t-Tefsir, III/ 25 Fethu’l-Kadir, II/ 18, et-Tezkire fi’l-Kıraati’s-Seman, 315, ed-Dürru’l-Mesun, II/ 493 [Abdüllatif el-Hatib, Mu’cemu’l-Kıraat, II/ 231, 232 Daru Sadu’ddin,]    

[7] Bkz. el-Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, IV/ 110 Daru’l-Fikr, Beyrut-Lübnan

[8] İbn Cüzzi, et-Teshil li Ulumi’t-Tenzil, I/ 228 Daru’l-Kütubi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan 1995, B.I

[9] İbn Teymiye bu ayetin iki gerekçeden dolayı ayakları mesh etme şeklinde anlaşılamayacağını beyan etmektedir. Bkz. İbn Teymiye,  et-Tefsiru’l-Kebir, IV/ 48 Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan  

[10] Fahreddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, IV/ 2355 Daru’l-Fikr, Beyrut-Lübnan, 2995, B.I

[11] eş-Şevkani, Neylu’l-Evtar, I/ 189 Daru’l-Hadis, Kahire, 2005

[12] eş-Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, II/ 27, Daru’l-Vefâ, 1997, B.II

[13] Mustafa İslâmoğlu, Hayat Kitabı Kur’an, Gerekçeli Meâl- Tefsir, Düşün Yayıncılık, İstanbul, 2008, B.II

[14] Civar görüşü için Bkz. Ali Sayis, Ahkamu’l-Kur’an, I/ 570 Daru İbn Kesir, Dımeşk-Beyrut 2009, B.VI

[15] Abdürrezzak, el-Musannef, Taharet, No: 55

[16] İbn Cerîr et Taberî, Camiu’l-Beyân, IV/ 398 Daru’l-Hadis, Kahire, 2010

[17] İslamoğlu’ nun, “Ebubekir Razi” yazarak bıraktığı kişi Meşhur Hanefî fakihlerinden el-Kerhî’ nin talebesi el-Cessâs olmalıdır. Zira bu isim mutlak olarak kullanıldığında ehl-i ilim bunu anlar. Şu halde el-Cessâs’ın tab’ edilmiş olan kendisine ait eserlerinden bu konuyu aktarma yerine kime ait olduğunu söylemediği ( ve kitabın son kısmına koyduğu bibliyografyadan da ulaşamadığımız) “Garibu’l-Kur’an isimli bir eseri referans göstermesi de ilmî kıstaslara zıt düşen gayr-ı ciddi bir tavırdır. Bu, meselenin bir boyutu.. Buradaki meşhur ifadesini de Usul-i tefsirde ele alınan kıraatlerin nevilerine itibarla “meşhur” addedilen kıraat olarak anlamıyor ve tevatürün zımnında lügavi anlamda şöhretin bulunmasını kastettiğini farz ediyoruz.   

[18] İbn Hazm bu noktada ki icmaı, bütün bir ümmet açık olan ayaklar üzerine suyun dokundurulmasında ittifak etmişlerdir.  Yıkanması veya maesh edilmesinde ihtilaf etmişlerdir” diye kaydeder. İbn Teymiye de “Nakdu Meratib” inde buraya her hangi bir kayıt düşmez. Bkz. İbn Hazm,Meratibu’l-İcma, s. 19, (Nakdu Meratibi’l-İcma ile) Mektebetu’l-Kudsi, 1350 İmam en-Nevevi ise bu konuda icmanın bulunduğunu ve bu icmaa da görüşüne itimat edilecek her hangi birisinin hilaf etmediğini belirtir. Bkz. el-Minhac,III/ 129 Daru’r-Reyyan 1987, B.I İbn Abdilber ise ayakların mesh edilmesi gerektiğini savunanların da ayakların yıkanması durumunda farziyetin yerine geleceğini kabullendiklerini ifâde ederek bu konuda icmâın yakînî nokta olan yıkama çerçevesinde gerçekleştiğini söylemektedir. (et-Temhîd, XXIV/256) Abdullah el-Bûsî, İcmââtu İbn Abilber, I/ 244 Riyat, 1999, B.I]

[19] Buhari, Sahih, İlim, No: 60, Müslim, Sahih, Taharet, No: 25-26 vd. Nesai, Sünen, Taharet, No: 111, Ebu Davud, Sünen, Taharet, No: 97, Tirmizi, Sünen, Ebvabu’t-Tahare, No: 31,İbn Mâce, Taharet, Sünen, No: 450,

[20] Ebu Bekir Razi el-Cessas, Ahkamu’l-Kur’an, II/ 487-489 (Manen ve özet olarak) Daru’l-Fikr, Beyrut-Lübnan 2001 (Ayrıca el-Cessas’ın “Şerhu Muhtasari’t-Tahavi” deki ifadeleri de Ahkamu’l-Kur’an”ın özü mesabesindedir. Bkz.a.g.e. I/ 325-327 Daru’l-Beşairi’l-İslamiyye,Daru’s-Sirac, 2010, B.II

[21] Taberi, a.g.e., IV/395, No: 11477

[22] Taberi, a.g.e., IV/396, No: 11480

[23] Taberi, a.g.e., IV/396, No: 11482

[24] İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’ani’l-Azîm (Ufak tasarruflarla) II/ 448 Daru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut-Lübnan 2011

[25] Kur’an, Nisâ, 43

[26] Mahmud el-Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, IV/ 111 Daru’l-Fikr, Beyrut-Lübnan

[27] Bkz. Ebubekir İbnu’l-Arabi, Ahkamu’l-Kur’an, II/  71-72 Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan 2008, B.IV

[28] Bkz. el-Beyhaki, Ahkamu’l-Kur’an li’l-İmami’ş-Şafii, s. 32  Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan 1427, B.II

[29] İbn Atıyye, el-Muharreru’l-Veciz, II/ 163 Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan, 2001, B.I

[30] Muhammed b. Ahmed el-Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, VI/ 71 Mektebetu’s-Safa, Kahire, 2005, B.I

[31] Konuyla ilgili gelen rivayetler Efendimiz Aleyhissalatü vesselam’ın abdestini anlatırken “Daha sonra iki ayağını da yıkadı” şeklinde bitmektedirler. İbn Dakik el-Îd, bu tarz rivayetlerde meshi savunan Rafızîlere sarih bir şekilde ret olduğunu bildirerek Amr b. Abese rivayetinde olduğu gibi Efendimizin de Abdesti anlatırken “Allah Teâlâ’ nın emrettiği gibi daha sonra ayaklarını yıkarsa” şeklinde ifadeler kullanmasını kavlin fiile bitişmesi olarak niteler ve netice olarak da farz olanın gasil/ yıkama olduğunu belirtir. Bkz. İbn Dakîk el-Îd, İhkâmu’l-Ahkâm, s. 36 Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan, 2005, B.II

[32] Yani bu mahalde delilin butlanı davanın butlanını gerektirmemektedir. Çünkü dava sadece bir delille ispat edilmediği için mezkur davanın başka bir delille ispatı mümkündür.

[33] el-Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, IV/ 111

[34] Bu ifade de her ayakta bir değil iki topuk bulunduğunu ifade etmektedir. Konuyla ilgili hoş bir istidlal için Bkz. Kiya el-Hirrasi, Ahkamu’l-Kur’an, II/ 42 Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan 2001, B.I

[35] Şebbir Ahmed el-Usmani, Fethu’l-Mülhim, II/ 305 Daru’l-Kalem, Dımeşk, 2006, B.I

[36] Kadı Muhammed Senaullah el-Mazhari, Tefsiru’l-Mazhari, III/ 78 Daru İhyai’t-Türasi’l-Arabi, Beyrut-Lübnan, 2004, B.I

[37] Nezzal b. Sebre’ nin Hz. Ali (Radıyallahu Anh)’yi abdest alırken gördüğünü anlattığı ve onun bu abdestinde ayaklarını mesh ettiğini ifade ettiği rivayetin İsnadının kavi olduğunu söyleyen İmam el-Keşmiri, Vudu/abdest denilince bunun nevilerinin farklı olabileceğini anlatır. Nitekim bildiğimiz manada vudu/ abdest vardır. Uyku için alınan abdest vardır. İmam Tirmizi’ nin naklettiği rivayette Efendimiz’in ellerini yıkayıp avuç içlerinin ıslaklığıyla bileklerini ve başını mesh ettiği ve daha sonra “Ey İkraş! Bu ateşin değiştirdiği şeyden dolayı alınan abdesttir” dediği sabittir. Şu halde sanki Merhum el- Keşmiri Hz. Ali’nin ayaklarını meshettiğinin nakledildiği rivayeti de böyle düşünmemiz gerektiğini belirtmektedir. Allahu A’lem… Bkz. Muhammed Enver Şah el-Keşmiri, Feydu’l-Bari, I/362, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan, 2005, B.I 

[38]  Bedrettin el-Ayni, Umdetu’l-Kari, II/32 Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan 2009, B.II

[39] el-Beyhaki, es-Sünenu’l-Kübra, Taharet, No: 332, İbn Ebi Şeybe, Musannef, (İbrahim en-Nehai’den) No: 195

[40] Celalettin es-Suyuti, ed-Dürru’l-Mensur, III/ 30 Daru İhyai’t-Türasi’l-Arabi, Beyrut-Lübnan, 2001, B.I

[41] Ebu Cafer et-Tahavi, Şerhu Meani’l-Asar, I/ 41-51 Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan 2006, B.II

[42] Ebu Cafer et-Tahavi, Ahkamu’l-Kur’an, I/ 48-53  Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan 2012, B.I

[43] İbnu’l-Mülakkin, el-İ’lam bi Fevaidi Umdeti’l-Ahkâm, I/238-239 Daru’l-Asıme

[44] İbnu’l-Münzir de abdestte yıkanması veya meshedilmesi gereken azaları zikrederken meshin mestler üzerine yapılması durumunda geçerli olacağını zikreder ve çıplak ayağın da topuklara kadar yıkanması gerektiği hususunu icmaî bir mesele olarak ele alır. Bkz. İbnu’l-Münzir, el-İcmâ’ s. 35, No: 24-25 Mektebetu’l-Furkan, 1999, B.II

[45][45] İmameş-Şafii,  Maide süresinin 6. Âyet-i kerimesinin ellerin ve yüzün yıkandığı gibi ayakların da yıkanmasına veya başın meshedilmesi gibi ayakların da meshedilmesine zahir anlamıyla ihtimalli olduğunu ve bu iki fiilin bir kısım abdest alanlara şamil olup bir kısımlarını kapsamamaya muhtemil olduğunu beyan ettikten sonra şunu söyler: Ne zaman ki Resulullah Aleyhissalatü vesselam mestler üzerine mesh edince ve mest giyen kişilere bunu emredince Resulullah’ın sünnetinin ayakların yıkanmasıyla veya meshedilmesiyle ilgili bir kısım abdest alanları kapsayıp bir kısımlarını dışarıda bıraktığı ortaya çıkmıştır.” Bkz. eş-Şafii, er-Risâle, s. 66-67 Daru’n-Nefâis, Beyrut-Lübnan, 1999, B.I, Hanefî Usulcülere göre konuyla ilgili varid olmuş meşhur rivayetler ayetin genel ifadesini nesh etmiştir.Yani ayakların yıkanması ayağa mest giyilmemesi durumundadır.Molla Civan, Nuru’l-Envar, I/ 603, Mektebetu’l-Büşra, Karaçi, Pakistan

[46] Konuyla ilgili tafsilat için bkz. Muhammed Avvame, Musannef Tahkiki, I/299-301 Şirketu Dari’l-Kıble, Cidde Müessetu Ulumi’l-Kuran, Dımeşk, 2006, B.I

[47] Buhari, Sahih, İlim, No: 60, Müslim, Sahih, Taharet, No: 240 vd.

[48] Ebu Davud’un Müstevred b. Şeddâd’ dan yaptığı rivayette o “Resulullah Aleyhissalatü vesselam’ın ayak parmaklarını (elinin) en ufak parmağıyla beraber ovduğunu gördüğünü nakletmektedir.” (Sünen, Taharet, 148) Azim Âbâdi’nin de belirttiği gibi bu rivayet de ayakların yıkanması gerektiği hususunda delil teşkil etmektedir. Zira ovma ancak yıkadıktan sonra olabilir. Bkz. Azim Âbâdî, Avnu’l-Ma’bûd, I/ 252, el-Mektebetu’s-Selefiyye, Medine-i Münevvere, 1968, B.II

[49] es-Senbeli, Tensiku’n-Nizam (Abdulhak’tan naklen) s. 91, Mektebetu’l-Büşra, Karaçi, Pakistan, 2010, B.I

[50] İbn Şahin, en-Nasih ve’l-Mensuh mine’l-Hadis, s. 104 Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan 1992, B.I

[51] Ebu İshak el-Ca’beri, Rusuhu’l-Ahbâr  fi  Mensûhi’l-Ahbâr, s. 219 Müessesetu’l-Kütubi’s-Sekafiyye, Beyrut-Lübnan, 1988, B.I

[52] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, I/ 461 Daru Tayba, 2011, B.IV

[53] el-Cessas, Ahkamu’l-Kur’an, II/ 491, İbn Abdilber, el-İstizkâr, I/ 212 Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan, 2010, B.III

[54] Ebu Cafer et-Tahavi, Ahkamu’l-Kur’an, I/ 53