Soru: Ülkemizde ve Dünya’nın farklı bölgelerinde daha besili olmaları amacıyla hayvanlara kan unu yedirildiğini biliyoruz. Böylece hayvanlar Allah tarafından haram kılınmış bir şeyle beslenmiş olmuyorlar mı? Şayet böyleyse kan unuyla beslenen hayvanların etlerinin yenmesinin fıkhî açıdan hükmü nedir? Bu soruyla kastım özellikle bu gün tavuklar üzerinde yapılan uygulamayla ilgilidir.

Cevap: Kan unu demiş olduğumuz şey mezbahanelerde kesilen büyükbaş veya küçükbaş hayvanların toplanan kanlarından elde edilen yeme denmektedir. Bu kanı önce kurutup daha sonra öğütmektedirler. Bu yemin oluşumda taze kanın bulunması gerekli olup içerisinde her hangi bir dışkı, tırnak ve yapağı gibi şeyler bulunmamalıdır.  

Kan ununun elde edilmesi esnasında üç farklı yöntem kullanılmaktadır: Çemberde kurutma, Teknede kurutma ve püskürterek kurutma. Bu yöntemler içerisinde besin oranı en yüksek olanı püskürterek kurutma yöntemidir. Kan unu protein açısından da zengin olan bir mamuldür. İçeriğinde %80-85 oranında protein barındırmaktadır. Kaliteli kan unları büyükbaş ve küçükbaş hayvan rasyonlarında % 2 % 5 oranlarında bulunur.

Konuya geçmeden önce mevzumuzla ilgili bir iki ayet zikredelim:

“O (boğazlanmaksızın canı kendiliğinden çıkan) leş, o (hayvan boğazlanırken atılarak çıkan) kan, domuz eti, kendisiyle Allah’tan başkası için ses yükseltilmiş olan (hayvan)lar (ın etleri), bir de (İslamî usullerle kesmiş olduklarınız dışında) boğulmuş, vurulmuş, düşmüş boynuzlanmış, yırtıcı hayvanın yemiş oldukları, dikili taşlar adına boğazlanmış olanlar ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılınmıştır.”[1]

 “De ki: Bana vahyolunanlar arasında bir leş, yahut dökülen kan veya domuz eti-ki o gerçekten bir pisliktir- ya da kendisiyle Allah’tan başkası için ses yükseltilmiş bir fısk olan dışında yiyecek olan her hangi bir kimseye kendisini yemesi haram kılınmış bir şey bulamıyorum!”[2]

Zikrettiğimiz ayetler ve benzerlerinde görüldüğü gibi kan Allah Azze ve Celle tarafından haram kılınmış olan bir şeydir. Ancak ayetlerin bir kısmında mutlak olarak geçen kan diğer ayette “dökülmüş kan” olarak geçmektedir. Dolayısıyla bu mevzuda mutlak mukayyede hamledilerek haram olan kan “hayvanın kesimi esnasında tazyikle çıkan kan olarak tespit edilmiştir.[3] Buradan da anlaşıldığı üzere akıcı niteliği olan kan şeriat tarafından necis kabul edilmiştir.[4]Ve kana dair ne varsa bunlarla istifade yasaklanmıştır.[5]

Kanın necis bir şey olup faydanılmasının caiz olmadığını gördükten sonra konumuza gelecek olursak; bahsinde olduğumuz meselenin fıkıhta “Cellâle” mevzuuna tekabül ettiğini söyleyebiliriz. Cellâle gerek lügatte ve gerekse fıkıhta “ Büyükbaş olsun küçükbaş olsun necis ve pislik yiyen hayvana” denmektedir.[6] Böyle bir hayvanla ilgili fakihler farklı görüşler ve illetler belirtmişlerdir. Biz öncelikle konumuzla ilgili nakledilen âsârla başlayalım.

  1. İbn Ömer (Radıyallahu Anh) naklediyor: “Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) pislik yiyen havvanların (Cellâle) etleri, sütleri ve sırtları (na binilmesini) yasaklamıştır.[7]
  2. Yine İbn Ömer naklediyor: Allah Resulü pislik yiyen hayvanın kırk gün (temiz)otlayıncaya dek etinin yenmesi, sütünün içilmesi, yük yüklenmesi insanlar tarafından binek yapılması[8] ve kesilmesini yasaklamıştır.[9]
  • Galip b. Abdillah el-Cezerî – Nafi’- İbn Ömer (Radıyallahu Anh) tarikiyle şunu nakleder: “ Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tavuk yemek istediğinde getirilmesini emreder, tavuk günlerce bağlı tutulur daha sonra onu yerdi.”[10]
  1. Ümmü Nasr el-Muharibiyye’den naklediğine göre bir adam Hz. Peygamber (Aleyhissalatü vesselam)’e Cellale (nin hükmün)den sordu. Allah Resulü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ nün “Ağaç ve bitkilerden otlamıyor mu?” sorusu üzerine adam “evet, otluyor” cevabını verince Fahr-i Kâinat “etinden yiyebilirsin” buyurdu.[11]

Cellâleyle ilgili varit olan rivayetler sayıları itibarıyla fazla olsalar da muhtevaları açısından ayniyet arz etmektedirler. Ancak rivayetlerin tamamına bakıldığında Hz. Peygamber (Aleyhissalatü vesselam)’in mahza necis yiyen hayvanların etlerini belli bir müddet temiz yemedikleri sürece yasakladığı ancak bazı kere temiz yiyip bazen de necis yiyen hayvanlara ruhsat verdiği anlaşılmaktadır. Şimdi fıkıh kitaplarımızda konumuzla ilgili zikredilenlere bir göz atalım:

İmam Muhammed Hanefi mezhebimizin temel kaynağı “Kitabu’l-Asl” da Cella’le konusunu işlerken pislik yiyen develerin “günlerce hapsedilmedikleri ve temiz otlamadıkları sürece” etlerinin yenilemeyeceği ve binek olarak kullanılamayacaklarını belirtir. Ebu Süleyman el-Cüzecânî’nin “Tavuklar develerden daha pis beslenmelerine rağmen onların yenmesinde bir beis görmüyorsun?” şeklindeki sorusuna cevap veren İmam Muhammed “Çünkü develer hakkında hadis varit olmuştur ve yenmeleri yasak kılınmıştır. Ayrıca devenin bundan gayrı yiyeceği yoktur. Tavuk ise sadece necaset yememektedir” der.[12]

Yukarıda naklettiğimiz fetvada dikkatimizi çeken bir nokta var: Görüldüğü gibi İmam Muhammed pislik yiyen hayvanın hapsedilme süresini “günlerce” diyerek mutlak olarak zikretmekte ve muayyen bir zamandan bahsetmemektedir.  Ayrıca tavuğu da sırf necis yemediği için mücerret necaset yiyen deveden ayrı tutmaktadır.

Öyleyse bizim odaklanmamız gereken asıl nokta pislik yiyen hayvanın etinin hangi illete mebni olarak haram kılındığıdır. İbn Maze, Böyle hayvanların yenilmelerinin yasaklanması “necaset yediklerinden dolayı tattıkları  pislik sebebiyle etlerinin kokar bir vaziyete gelmesi ve bunun da insanlara eziyet vermesi dolayısıyla” olduğunu kaydetmektedir. Şu halde pislik yediği halde yediği şeyin etini değiştirmediği, kokutmadığı hayvanın yenilmesinde bir beis olmayacaktır. Zira İmam Muhammed’den “Nevadir” olarak nakledilen şu fetva da bunu göstermektedir: Domuz sütüyle beslenen bir oğlağın etini yemekte her hangi bir beis yoktur. Çünkü bu onun etine tesir etmez ve eti bu eylemle (kokma vs. suretiyle) değişmez.[13]

İmam es-Serahsî de konuya değindiği mahalde aynı şeyleri söylemekte ve pislik yiyen hayvanın etinin necis olmasının sebebini etin değişmesi ve kokmasına bağlamaktadır.[14] Bundan dolayı olmalıdır ki fakihler devamlı pislik hayvanın belli günler hapsedilmesi görüşünü kail olmuşlardır. Bu bekletilme sebebiyle yediği necasetin etine tesiri kaybolacak ve şayet ete sinen koku vs. varsa yok olacaktır.

Bekletilme süresi konusunda mezhep içerisinde farklı görüşler belirtilmiştir. İmam Muhammed Ebu Hanife’nin bu konuyu her hangi bir zamanla kayıtlamadığını belirtir. Zaten yukarıda “el-Asl” dan yaptığımız nakilde bunu desteklemektedir. Şu halde zahiru’r-rivaye budur.[15] Bunun dışında “Nevadir” olarak devenin kırk, ineğin yirmi, koyunun on, tavuğun üç gün bekletilmesi gerektiği görüşü de zikredilmektedir.[16] Diğerleri gibi sırf necaset yemediğinden dolayı tavuğun “Cellâle” kapsamına girmeyeceğini de söylemişlerdir.[17]

Yukarıdan beri naklettiklerimizde konumuza yansıyan iki önemli nokta var: Birincisi pislik yiyen hayvanın etinin necasetin ete yaptığı tesirden dolayı yasak kılındığı. İkincisi de yediği necasetin etine tesir ettiği hayvanın temizleninceye kadar hapsedildikten sonra yenilmesinin caiz olduğu.

Bu iki noktadan konumuza gelecek olursak kan tohumu yemek tavuğun etine “insanlara eziyet verecek” şekilde tesir etmemektedir. Kaldı ki İmam Ebu Yusuf necaset yiyen tavuğun hapsedilmesinin gerekli olmadığını çünkü bu fiilin onun etinin kokmasına sebep olmayacağını söylemektedir.[18]

Ezcümle, ilgili bölümlerin sunduğu verilere bakılacak olursa bu günkü kan unu uygulamasının hayvanların etlerinde “yasak kapsamına girecek derecede bir tesirinin olmadığı” söylenebilir. Bu uygulamanın ne kadar doğru olduğu ise ayrı bir konudur. Vesselam…


[1] Kur’an, “Maide”, 3

[2] Kur’an, “En’am”, 145. Ayrıca “Bakara”, 173, “Nahl”, 115 gibi ayetler de konu kapsamındadır.

[3] Muhammed Senaullah Mazharî, “Tefsiru’l-Mazharî”, III/49 Daru İhyai’t-Türasi’l-Arabî, Beyrut,Lübnan, 2004, B.I, Muhammed b. Muhammed b. Mustafa Ebus-Suud, “İrşadu’l-Akli’s-Selim”, II/237 Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan, 1999, B.I

[4] Bu noktada İmam Ebu Yusuf akıcı olmayan ve et üzerinde kalan kanın yeme konusunda afva tabi olduğunu, elbiseye bulaşması durumunun böyle olmayacağını belirtir. Bkz. Abdullah b. Mahmud el-Mavsılî, “el-İhtiyar” I/118 er-Risaletu’l-Alemiyye, Beyrut-Lübnan, 2009, B.I

[5] “el-Mevsûatu’l-Fıkhıyye”, XXI/25 Vizaretu’l-Evkaf, Kuveyt, 1983, B.II

[6] Mahmud Abdurrahman Abdü’l-Mün’im, “Mu’cemu’l-Mustalahât ve’l-elfazi’l-Fıkhiyye”, Daru’l-Fazîle,

[7] Taberânî, “el-Mu’cemu’l-Evsat”, No: 618

[8] Hakim en-Nîsabûrî, “el-Müstedrek”, No: 2269

[9] Darekutnî, “Sünen”, Kitabu’l-Eşribe, No: 44

[10] İbn Adiy, “el-Kâmil”, VI/2033, Hadisin râvisi Galib b. Abdillah el-Cezerî “Metruk” birisidir.

[11] Taberânî, “el-Mu’cemu’l-Evsat”, No: 5069

[12] Muhammed b. Hasen eş-Şeybânî, “Kitabu’l-Asl”, V/395 Daru İbn Hazm, Beyrut-Lübnan, 2012, B.I

[13] Burhaneddin İbn Mâze, “el-Muhîtu’l-Burhânî”, VIII/444  İdaretu’l-Kur’an, Pakistan, 2004, B.I

[14] es-Serahsi, “el-Mebsut”, XI/255 Daru’l-Marife, Beyrut-Lübnan

[15] İmam Ebu Yusuf  Ebu Hanife’den üç gün bekletilmesi gerektiğini nakletmektedir. Bkz. Alauddin el-Kâsânî, “Bedaiu’s-Sanai’”, V/59 Daru’l-Fikr, Beyrut-Lübnan, B.I

[16] İbn Nüceym, “el-Bahru’r-Râik”, VIII/335 Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan, 1997, B.I

[17] Mavsılî, “a.g.e.”, IV/250

[18][18] Alauddin es-Semerkandî, “Tuhfetu’l-Fukahâ”, III/91 Mektebetu Dari’t-Türas, Kahire, 1998, B.III