Öztürk tarihselci yaklaşımını teyit edebilmek için bir çok noktadan meseleye dair deliller getirme çabasını devam ettirerek bu kez de Kur’an-ı Kerim’de geçen zikir kelimesi üzerinde duruyor. Zuhruf süresi 44. Ayet-i kerimede yer alan zikir kelimesinin öğüt değil de şeref manasına geldiğini, sahabe tarafından böyle tefsir edildiğini beyan ederek Kur’an’ın Hz. Peygamber ﷺ ve kavmi/ümmeti adına bir öğüt olmasının değil de şeref olmasının daha doğru olacağı kanaatine varıyor. Zira ayetteki zikir kelimesi şeref manasına hamledildiğinde tarihselciliğin önünde set olabilecek bir ayetin kıskacından daha kurtarılmış olunacak. Üstelik bağlam vb. saikleri gözetmeden Enbiyâ süresinin 10. Ayetinde geçen aynı kelimenin de “şeref”  manasında olduğu delil olarak getirilince iddia takviye edilmiş oluyor. Tüm bunların öncesinde önce ayette geçen “kavim kelimesinin de Kureyş’e tahsis edilmesiyle operasyon tamamlanmış oluyor. Öztürk’ün bu meyandaki iddiası şöyle başlıyor:

“Keza Kur’an’ın hem Hz. Peygamber hem de kavmi için bir şan ve şeref vesilesi olduğunu belirten ayetler de yine aynı noktayı işaretler. Nitekim 43/Zuhruf 44. ayette geçen innehû le-zikrun leke ve li-kavmike ibaresindeki kavm kelimesi İbn Abbas, Mücahid, Katâde ve Süddî gibi sahabe tabiin ulemasının yanı sıra diğer bütün müfessirlerce de Kureyş’e hamledilmiştir.”[1]

Bu iddia karşısında söyleyeceklerimizi şöyle sıralayalım:

  1. Öztürk, ayette geçen “kavmike” ifadesinin öncelikle bir kısım müşahhas isimler tarafından “Kureyş” e hamledildiğini nakletmekle işe başlayıp ardından hızını alamıyor ve bunu tüm müfessirlere teşmil ederek konuyu kapatıyor. Bu ifadeleri okuyan kişiler de doğal olarak bu terkibin başka bir mana ile manalandırılmadığı yahut manalandırılmasının önünde bir engel bulunduğu zannına kapılacaktır. Oysa hadisenin aslı böyle değildir. Zira Öztürk bu iddiasını Taberî’nin Cami‘u’l-beyân’ı ile refere etmektedir. İlgili kaynağa baktığımızda Öztürk’ün verdiği isimlerin ayetle ilgili böyle bir tefsir yapmadığını görüyoruz. Zira Taberî, İbn Abbâs t’tan ayetin tefsiriyle ilgili olarak sadece “Muhakkak ki Kur’an senin için şereftir” dediğini nakletmektedir. Mücâhid 6 ’den de “Adama ‘sen kimsin’ dendiğinde ‘araplardanım’ diye cevap verince ‘hangi araplardan’ diye sorulduğunda ‘Kureyş’ten’ dediğini aktarmaktadır. Katâde’den bu ayetin tefsiriyle ilgili olarak “bu Kur’an’ın ta kendisidir” dediğini rivayet etmektedir. Süddî’den de “Bu senin ve kavmin için şereftir” tefsirini nakletmektedir.[2] Görüldüğü gibi Öztürk’ün Taberî’yi kaynak göstererek verdiği isimler ayeti Kureyş’e hasredecek bir ifade kullanmamaktadırlar. Nitekim İbn Kesir de Taberî’yi kaynak göstererek yaptığı nakilde bu isimlerin ilgili ayeti “Senin ve kavmin için bir şereftir” şeklinde tefsir ettiğini kaydetmektedir.[3] Bu durumda iki ihtimalin zuhûru kaçınılmaz olmaktadır: Öztürk, ya Taberî’nin metninde ne denmek istediğini anlayamamış ve buna rağmen okuyucuyu dikkate almayarak oraya sorumsuzca atıfta bulunarak ilmî bir cinâyete imza atmıştır. Yahut da Taberî’ye göz ucuyla bakarak sadece isim sıralamasını görmüş ve o isimlere kendi istediği manayı nispet etmiştir. Bu ise birinci ihtimalden daha feci bir ilim cinayetidir.
  2. Öztürk’ün nakilde hıyanet yaparak görüş nispet ettiği isimlerin ilgili kaynakta böyle bir görüşünün mevcut olmadığını ispat ettikten sonra şu noktayı kaydedelim: Varsayalım ki mevzu Öztürk’ün dediği gibi olsun ve ismi verilen müfessirler ayeti Kureyş’e tahsis etmiş olsunlar. Bu denli bir nakil, ayetteki “kavim” ifadesinin tüm sahabe ve tabiûn tarafından Kureyş’e tahsis edildiğini ispata kâfi olabilir mi? Elbette ki hayır. Zira tefsir ilminden azıcık dahi olsa nasibi olanlar gayet iyi bilirler ki sahabe ve tabiûndan herhangi bir ayetle ilgili gelen tefsir rivayetleri müttefakun aleyh olmadığı sürece tefsirdeki vucûhâtı ve Kur’an’ın mana derinliğini ifade ederler. Ve tüm bu farklılık arapçanın zenginliği yahut Allah Resulü ﷺ’nden gelen rivayetlerin muhtelif oluşundan kaynaklanır. Nitekim, İbn Kesir’in ifadesiyle kavim denilerek hususen onların zikredilmiş olması başkalarının anlaşılamayacağı anlamına gelmez.[4] Zira, Abd b. Humeyd’in, Öztürk’ün görüşüne yer vererek referans aldığı müfessir Katâde’den bu ayetle ilgili yaptığı nakilde Katâde mezkur ayetteki “kavmike” ifadesini “ümmetinden sana tabi olanlar” şeklinde tefsir etmiştir.[5]
  3. Öztürk’ün ‘tüm müfessirlerin ayeti Kureyş’e tahsis ederek tefsir ettikleri’ yönündeki iddiasına gelince, bu tamamen mesnetsiz bir iddiadır. Zira, yukarıda Katâde’den yaptığımız nakil bunun bariz bir ispatıdır. Ve mea hâzâ, İzz b. Abdisselam,[6] Nizâmuddin en-Nîsâbûrî,[7] İsmail Hakkı Bursevî,[8] Ebû Hayyân el-Endelûsî,[9]  Fahrurrâzî[10] gibi daha bir çok müfessir ayetteki kavmin tüm ümmet olabileceğini tasrih etmektedirler. Buna göre ayetteki zikri, mecâzi manası olan “şerefe” hamlettiğimizde kavim kelimesi de bu manaya uygunluk için “Kureyş” anlamına gelecektir. Zira bu durumda mana: “arapça bir lisanla indirildiği ve kavminin de dili arapça olduğu için bu Kur’an onlar adına bir şereftir” şeklinde olacaktır.[11] İbn Atıyye de bu görüşü el-Hasen ibnu Ebi’l-Hasen’in görüşü olarak zikretmektedir.[12] Sözün özü, iddia sahibinin bu ayetle ilgili müfessirlerin tamamının ayetteki kavmi “Kureyş” olarak tefsir ettikleri şeklindeki görüşünün ne kadar dayanaksız ve gelişigüzel ortaya atılmış bir iddia olduğu gün yüzüne çıkmıştır.
  4. Burada şu noktaya da istitrâden dikkat çekmeden geçmeyelim: Öztürk’ün ziyadesiyle itimat ettiği tefsirci (!) lerden biri olan İzzet Derveze dahi bu ayette tercihini her ne kadar birinci görüş (Kureyş için bir şeref) olmasından yana koyuyorsa da devamında bu ayetin, Kur’an’ın, ihtiva ettiği mucizeler ve hangi asırda yaşarlarsa yaşasınlar insanlığın ihtiyaçlarına cevap verici nitelikteki hükümleri sayesinde araplar namına bir şeref vesilesi olduğu şeklinde de anlaşılabileceğini kaydetmektedir.[13] Yani İzzet Deveze’nin “şeref” manasını tercih etmesiyle kastı Öztürk’ün maksadıyla aynı değildir.
  5. Öztürk, buradaki “kavmike” ifadesini Kureyş’e hasrederken bunu aynı ifadenin geçtiği başka bir ayet için yapabilecek midir? Evetse nasıl, hayırsa neden? Mesela Cenab-ı Hak aynı Kur’an-ı Kerim için “Kur’an hak olduğu halde kavmin onu yalanladı.”[14] âyeti üzerinden şöyle bir iddia güdebilecek mi: Bu ayet sadece Kureyş’in yalanlaması ile ilgili nazil olmuş bir ayettir. Diğer yalanlayanları bağlamaz. Böyle bir şeyi savunması durumunda bir sonraki ayette yer alan “Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır. Yakında siz de gerçeği bileceksiniz.”[15] Tehdidini sadece Kureyşle nasıl sınırlandırabilecektir?
  6. Sonuç olarak Öztürk, tezini destekleyebilmek için, ayette geçen “kavim” kelimesini delilsiz bir şekilde Kureyş’e tahsis etmiş ve daha sonra bunu teyit edebilme amacıyla Taberî’ye atıfta bulunarak ilgili müfessirlerin de tahsis görüşünde olduklarını iddia etmiştir. Hızını alamayan Öztürk bu kez mezkûr iddiayı müfessirlerin tamamının ittifak ettiği bir husus olarak göstermeye çalışmıştır. En azından bu manipülasyonu, sahteliği bu kadar bariz şekilde ibraz edilebilecek netlikte değil de “bazı müfessirler de böyle demektedirler” şeklinde yapsaydı herhalde daha ehven olurdu. Burada yaptığımız tebyinât ile Öztürk’ün iddiasının hem nakil hıyanetleriyle, hem de delilsiz tahakkümlerle dolu olduğunu gözler önüne sermeye gayret etmiş olduk.

Bu iddianın devamında Öztürk, bu kez âyette geçen zikir kelimesini ele alarak tezini destekleme gayretine girmektedir. Ona göre ayette geçen “zikir” kelimesine verilmesi gereken mana “şeref” iken ve sahabe ve taiûn alimleri tarafından bu kelime böyle tefsir edilmişken daha sonra müteahhirler tarafından evrenselliği destekleyebilmek adına “öğüt” manasına evrilmiştir. Öztürk’ün bu meyandaki ifadeleri şöyledir:

“Sahabe ve tabiin alimlerince, “Kur’an hem senin hem de kavmin Kureyş için bir şan ve şereftir” şeklinde yorumlanan bu ayete müteahhir dönemlerde “Kur’an hem senin hem de kavmin için bir öğüttür” şeklinde bir mana takdir edilmiştir.”Bu yorum özellikle Müslümanlar ile Hıristiyanlar ve Yahudiler arasındaki polemikler muvacehesinde bir inanç umdesine dönüşmüş olması kuvvetle muhtemel gözüken, “Kur’an tüm insanlara gönderilmiş evrensel bir kitaptır” şeklindeki anlayışın ürünüdür.”[16]

Bu iddialara dair cevaplarımızı şu şekilde sıralamamız mümkündür:

  1. Daima kelamda aslolanın hakikat manası olduğuna vurgu yaparak buna yönelik ulemanın esas aldığı meşhur kaideye atıfta bulunan Öztürk, zikir kelimesiyle ilgili bu kaideyi neden işleve sokmamaktadır. Zira Öztürk bu neviden bir iddiayı ortaya atmadan önce en azından Rağib el-Isfehânî’nin el-Müfredât’ına bir göz atsaydı Kur’an-ı Kerim’de yer alan zikir kelimesinin farklı ayetlerde muhtelif manalara geldiğini görmüş olacaktı.[17] Nitekim es-Sicistânî ve[18] Hüseyn b. Muhammed, [19]gibileri de aynı minvalde bilgiler vermektedir.
  2. Biz bu ayet-i kerimede yer alan zikir ifadesinin “şeref” manasına gelmediğini iddia etmiyoruz. Böyle bir iddia haddi zatında da tutarlı da olmaz zaten.[20] Bizim burada iddia ettiğimiz şey, ayette yar alan kavim kelimesinin “Kureyş” anlamına gelmesi durumunda nasıl ki zikir kelimesi de ona intıbak için “şeref” manasına geliyorsa, aynı kelimenin “bütün ümmet” manasına gelmesi durumunda da zikir kelimesinin “öğüt” anlamına gelebileceğidir. Bu iki ihtimal eşit seviyede olup birini diğerine tercih ettirecek bir saik yoktur. Nitekim, selef de dahil olmak üzere müfessirlerin ayete her iki manayı da verdiğini yukarı da beyan etmiştik. Öyleyse, bu iki muhtemel manadan sadece birini alarak ayette geçen zikir kelimesinin sadece “şeref” manasıyla anlamlandırılması gerektiğini Öztürk hangi somut delile dayanarak iddia edebiliyor? Arap dilinin her ikisine de eşit seviyede müsaade ettiği bu iki muhtemel durumun delilsiz şekilde sadece birini tercih ederek diğerini müteahhirlerin evrensellik iddiasını teyit için uydurduğunu söylemek tahakkümdür, kavl bi’t-teşehhîdir, müraccihsiz tercih yapmaktır. Bu istidlal şeklinin erbab-ı ilim nazarında zerre miskali bir kıymeti yoktur.
  3. Bir an için durup Öztürk’ün bu ayet üzerinden söylediklerini doğru kabul ederek, burada geçen “zikir” kelimesinin “şeref” manasında olduğunu ve müteahhirlerin bunu sonradan “öğüt” e çevirdiklerini kabul edelim. Mesele bu kadarıyla bitecek mi acaba? Bu denli bir istidlal Kur’an’ın bir öğüt olmadığı noktasında Öztürk’e kâfi gelebilecek mi? Elbette ki hayır. Zira, Cenab-ı Hak Kur’an için bazı ayetlerde öğütten başka manaya hamledilemeyecek şekilde bahsetmektedir. Nitekim, Kur’an için “O ancak alemler için bir “zikir”dir”[21] şeklindeki ayette geçen “zikir” kelimesine ‘alemler için bir şereftir’ manası verilebilir mi? Ayette yer alan “âlemler” Arap dili açısından âmm bir kelime olup kıyamete dek gelecek tüm alemleri kapsadığına göre, âlemler adına bir “öğüt” olduğu bizatihi kendisi tarafından tasrih edilmiş olan bir kitabın tüm insanlık için öğüt olduğuna da hamledilebilecek bahsimizdeki ayete bu kadar takla attırmaya gerek var mı gerçekten?
  4. “(Resûlüm!) Bu söylenenleri biz sana âyetlerden ve hikmet dolu Kur’an’dan okuyoruz”[22] ayet-i celilesinin aslında yer alan ve burada Kur’an olarak tercüme dilen “zikir” kelimesini “şeref” manasına hamledebilir miyiz? Bu durumda Cenab-ı Hakk’ın tilavet edilen olarak bahsettiği ayetlere atfedilen zikrin “şeref” olması mümkün mü? Şeref tilavet edilir mi? Veya “Rablerinden kendilerine ne zaman yeni bir ihtar gelse, onlar bunu, hep alaya alarak dinlerler”[23] âyet-i celilesini düşünelim: Bu âyette geldiğinden söz edilen “zikir” şeref olabilir mi? Pek tabii olamaz. Bilakis kastedilen şey öğüt mahiyetinde gelen “ayetlerdir.” Öyleyse bu ayet-i celilelerde bu manaya ihtimal yok. Ayetlerde Kur’an’ın öğüt oluşundan bahsedilmektedir. Peki kime? Mutlak bırakıldığına ve yukarıdaki ayette sarih şekilde “alemlere” dendiğine göre elbette kıyamete dek yaşayacak herkese. Peki hepsi mi? Elbette her bir ayet. Zira zamir Kur’an’ın öğütlüğüne net şekilde vurguda bulunan tüm ayetlerde bu kitabın yani Kur’an’ın tamamına gidiyor. Bu manaları tahsise kalkışmak demek zımnen Şâri‘liğe soyunmak demek. Ne‘ûzu billâhi min şurûri enfusinâ.
  5. Bahsinde olduğumuz ayette geçen “zikr” i şeref manasına hamlettiğinizde Kur’an’ın öğüt olduğu hakikatini müteahhirlerin uydurması diyerek örtbas etmeye kalkamayacağınızın bir diğer delili de şudur: Yâsin süresinde yine Cenab-ı Hakk Kur’an’ı Kerim’in öğüt oluşundan bahsederken şöyle buyurmaktadır: “Biz ona (Peygamber’e) şiir öğretmedik. Zaten ona yaraşmazdı da. Onun söyledikleri, ancak Allah’tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır. Diri olanları uyarsın ve kâfirler cezayı hak etsinler diye.”[24] Bu ayet-i celilerde hem Kur’an’ın tartışılmaz şekilde öğüt olduğuna sarahaten vurgu yapılmakta hem de bu öğütlüğün diri olan herkes için geçerli olduğuna temas edilmektedir. Bu ayetleri “Bu Kur’an bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu”[25] ayetiyle yan yana koyup düşündüğümüzde Kur’an’ın kıyamete dek yaşayacak herkes için bir öğüt olacağı ortaya çıkmaktadır.

En netice, Öztürk’ün bu ayette yer alan “zikir” kelimesini ısrarlı fakat delilsiz bir şekilde “şeref” manasına tahsis ederek Kur’an’ın öğüt olduğu hakikatini perdelemeye kalkma çabası beyhudedir. Nitekim, Kur’an’ın kıyamete dek var olacak tüm alemler için ve yaşayacak tüm diriler için bir öğüt olduğu gerçeği diğer ayetlerde ispat edilmiştir.


[1] Mustafa Öztürk, Kur’an ve Tefsir Kültürümüz, s. 13

[2] İbn Cerîr et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân fî Te’vîli’l-Kur’ân, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, Thk: Ahmed Muhammed Şâkir, 1420, Baskı: I, XXI/610

[3] İbn Kesir, Ebu’l-Fidâ İsmail b. Ömer, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Dâru Tayba, 1420, Baskı: II, VII/229

[4] İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, VII/210

[5] Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürru’l-Mensûr , Daru’l-Fikr, Beyrut, 7/380

[6] İzz b. Abdisselam, Ebû Muhammed Abdülaziz, Tefsîru’l-Kur’ân, Daru İbn Hazm, Beyrut, 1416, Baskı: I, III/156

[7] Nizamuddin el-Hasen b. Muhammed en-Nîsâbûrî, Ğarâibu’l-Kur’ân ve Reğâibu’l-Furkân, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan, 1416, Baskı: I, VI/93

[8] İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, Daru’l-Fikr, Beyrut, VIII/373

[9] Ebû Hayyân Muhammed b. Yusuf el-Endelûsî, el-Bahru’l-Muhît fi’t-Tefsîr, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1420, IX/376

[10] Fahruddin er-Râzî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ömer, Mefâtîhu’l-Ğayb, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut-Lübnan, 1420, Baskı: III, II/261

[11] Ebu’l-Leys Nasr b. Muhammed es-Semerkandî, Bahru’l-Ulûm, Daru’l-Fikr, Beyrut, III/246

[12] İbn Atıyye, Ebû Muhammed Abdülhak b. Ğâlib, el-Muharreru’l-Vecîz  fî Tefsîri’l-Kitâbi’l-Azîz, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan, 1422, Baskı: I, V/56

[13] Muhammed İzzet Derveze, et-Tefsîru’l-Hadîs, D3aru İhyâi’l-Kütübi’l-Arabiyye, Beyrut- Lübnan, 1383, IV/506

[14] Enâm, 66

[15] En‘âm, 67

[16] Mustafa Öztürk, Kur’an ve Tefsir Kültürümüz, s. 13

[17] Bkz. Rağıb el-Isfehânî, Hüseyn b. Muhammed, Müfredâtu Elfâzi’l-Kur’ân, Dâru’l-Kalem, Dımeşk, I/363

[18] Ebûbekir Muhammed b. Aziz es-Sicistânî, Ğarîbu’l-Kur’ân, Dâru Kuteybe, 1416, s. 232

[19] Ebu’l-Kasım el-Hüseyn b. Muhammed, el-Müfredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân, Daru’l-Ma’rife, Beyrut-Lübnan, s.179

[20] Mesela İmam et-Taberî, zikir kelimesinin öğüt manasına gelebileceğini söyledikten sonra bahsinde olduğumuz ayeti misal gösterek “şeref” manasına gelebileceğini de zikretmektedir. Bkz. Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, I/99

[21] Yusuf, 104; Sâd, 87; Kalem, 52; Tekvir,27

[22] Âl-i İmrân, 58

[23] Enbiyâ, 2

[24] Yâsin, 69-70

[25] En‘âm, 19