Öztürk’ün Yasin süresinin 6. Ayet-i kerimesiyle istidlaline gelince, lafzı itibarıyla tahsis eden ve yukarıda bir iki örneği üzerinde durduğumuz diğer ayetler gibi bu da Öztürk’ün anladığı şekilde Kur’an’ın sadece araplara geldiği sonucunu intaç etmemektedir. Her şeyden önce, istidlallerinde müfessirlere müracaat eden, onlardan mesnet arama çabasına giren Öztürk’e –daha önce de sorduğumuz- şu soruyu soralım: İslam tarihi içerisinde tarihsellik fikrinin asrımıza yakın çağlarda zuhurundan önceki tüm asırlar içerisinde yaşamış tüm müfessirleri bir gözünüzün önüne getirin. Onların yazdıkları bir çok tefsirin bugün elimizde olduğu hakikatini de hatırda tutun. Şu halde, bu ayet-i celileden sizin vardığınız netice gibi bir sonuç çıkaran bir tek müfessir göstermeniz mümkün mü? Tabi  ki de hayır. Hiçbir müfessir bu ayetten Kur’an’ın tarihsel olduğu sonucunu çıkarmamış bilakis evrensel olduğuna vurgu yapan ayetlere de uygun biçimde anlayabilmek için bu ve benzeri ayetlerde neden hususi bir vurgu olduğu üzerinde konuşmuşlardır. Bu ayetin tefsiriyle ilgili müracaat edeceğiniz her bir tefsir eseri size bu meyanda bilgiler sunacaktır. Dilerseniz bakabilirsiniz.

Bu hususla ilgili cevap sadedindeki ifadelerimizi serdetmemiz gerekirse:

  1. Öztürk’e aynı soruyu yine saralım: İslam tarihi içinde bu ayetten tarihsellik görüşü çıkartmış bir tek müfessir gösterebilir misiniz?
  2. Bu ayet-i kerimedeki ما ‘nın iki anlama gelebileceğinden hareketle ayete iki farklı mana verilmiştir. ما’yı الذي manasında anlayacak olursak ayetin anlamı: “Babalarının uyarıldığı şeyle (o) kavmi de uyarman için” şeklinde olacaktır. Nâfiye olarak kabul etmemiz durumunda da “Ataları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman için indirilmiştir[1] manasına gelecektir.[2] Özel anlamda Öztürk, genel manada tarihselci kesim bu mana üzerinden Allah Resulü ﷺ’nün ataları uyarılmamış arap toplumuna gönderildiği sonucunu çıkarmaktadırlar. Bulunduğu makam ve bağlamı nedeniyle dakik noktalara temas eden hususi vurguları anlamaktan aciz olan yahut bunları bilerek çarpıtan zihniyetin Kur’an’ı bütüncül okumadıklarını yukarıda beyan etmiştik. Nitekim burada da durum aynıdır. Şayet Öztürk gibileri, yukarıda bir kısmını zikrettiğimiz ve Allah Resulü ﷺ’nün risaletinin tüm insanlığa şamil olduğunu; Kur’an’ın kıyamete dek yaşayacak bütün bir insanlığın hidayeti için gönderildiğini vurgulayan ayetleri gizlemeseydi bu ayette vurgulanmak istenen manayı da ıskalamamış olacaktı. Fakat belli ki maksat bambaşka.
  3. Kur’an’-ı Kerim sadece bu ayette değil başka ayetlerde de hususi vurgularda bulunmaktadır. Misalen, bir ayet-i celilede “mütakiler” için hidayet kaynağı olduğu bildirilen[3] Kur’an-ı Kerim’in diğer ayette[4] Peygamber ﷺ’e “bütün alemlere” uyarıcı olması için indirildiği bildirilmektedir. Bütün alemlerin uyarılması için gönderildiği beyan edilen Kur’an-ı Kerim’in Allah Resulü ﷺ’nün diline, müttakileri müjdelemesi ve şiddetle karşı çıkan bir toplumu uyarması için kolaylaştırıldığı da bir başka ayette[5] tasrih edilmektedir. Şimdi, bu ayetler içerisinden sadece hususi vurguda bulunanları seçip alarak “Kur’an o zamanda bile tüm insanlara gelmemiştir bilakis sadece mütakileri müjdelemek amacıyla nazil olmuştur” demek doğru olabilir mi?
  4. Bütün bunlardan daha acayibi, bu zihniyetle hareket ettiğimizde “En yakın akrabanı uyar”[6] ayet-i celilesinden bırakın Kur’an’ın sadece o dönemde yaşamış arap yarımadasındaki insanlara nazil olduğunu savunmayı, sadece peygamberin en yakın akrabalarına indiğini savunmamız gerekecektir. Oysa, nasıl ki bu ayeti cımbızla kesip alarak “Kur’an sadece peygamberin yakın akrabalarına gelmiştir” diyemiyor bilakis ayetteki hususi vurgunun hikmeti üzerine yoğunlaşıyorsak bahsinde olduğumuz ayet ve benzerleri hususunda da doğal olarak aynı tavrı sergilemekle yükümlüyüz.
  5. Varsayalım ki Öztürk, bu ayette geçen kavim ifadesinden Kur’an’ın yerel bir hitap olduğu sonucunu çıkardı. Peki aynı sayfanın son ayeti olan ve bu ayetten birkaç ayet sonra gelen “Sen ancak zikre (Kur’an’a) uyan ve görmeden Rahmân’dan korkan kimseyi uyarabilirsin” şeklindeki ayet-i kerimeyi neden görmemiştir. Zira ayette geçen “من” lafzı elfâz-ı umumdandır.[7] Yani genellik ifade eden lafızlardandır. Buna göre Allah Resulü ﷺ istisnası olmaksızın kıyamete dek gelecek tüm insanlar içerisinde Rahman’ın ğaybında ondan korkan ve Kur’an’a uyan herkesi uyarabilir. Zira “alemlerin tamamına gönderildiği başka ayetlerde ifade edilen Kur’an”’ın yine bu alemler zümresinden olan bu insanlara bir öğüt olması kaçınılmazdır.[8]
  6. Yine, diyelim ki Öztürk, bu ayetteki “kavim” ifadesinden Kur’an’ın o dönemdeki insanlara indirildiği görüşünü anlayarak tarihsellik tezini desteklemek istemiştir. Peki, aynı sürenin birkaç sayfa ilerisindeki şu ayet-i celileyi neden görmemiştir? “Onun söyledikleri, ancak Allah’tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır.
    Diri olanları uyarsın ve kâfirler cezayı hak etsinler diye.”[9]
    Nitekim bu ayet-i celile’de yer alan “من” lafzının elfâz-ı umumdan olduğunu ifade etmiştik. Yani genellik ifade eden lafızlardandır. Buna göre ayetin manası “Kur’an’ı kerim’in kalbi ölmemiş olan, masiyet ve günahlarından dolayı hidayetleri kararıp da kalplerine mühür vurulanların dışında herkesi uyarmak için gönderildiği” şeklindedir.[10] Bu ayet-i kerime Kur’an’ın kıyamete dek bu vasıfları haiz herkese bir uyarı niteliği taşıdığını bildirmekteyken, makam gereği hususi vurgu yapan ayetlerin nazmından hareketle Kur’an’ın bizzat kendisinden tarihsellik düşüncesi çıkartmaya çalışmak ne kadar samimiyetsiz bir tutumdur. Bu tutumun ilmî ahlak ile edna seviyede bir münasebeti olamaz.

[1] Yasin, 6

[2] Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, XX/492; İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, VI/563; Ebû Hayyan, el-Bahru’l-Muhît, IX/49; KadıBeydâvî, Nâsıruddin Ebû Sa‘îd, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, 1418, Baskı: I, IV/263;

[3] Bakara, 2

[4] Furkan, 1

[5] Meryam, 97; Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, XXII/7

[6] Şu‘râ, 214

[7] Ebu’l- ‘Usr el-Bezdevî, Kenzu’l-Vusûl ilâ Ma‘rifeti’l-Usûl, Matbaatu Câvid Berîs, Karaçi, s. 67; Şemsu’l-Eimme es-Serahsi, Usûlu’s-Serahsî, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan, 1414, Baskı: I, I/ 151; Sa‘duddin et-Teftâzânî, Şerhu’t-telvîh ale’t-Tavdîh, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan, 1416, Baskı: I, I/109

[8] el-Bikâ‘î, Nazmu’d-Dürer, VII/64

[9] Yâsin, 69-70

[10] Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XX/549; İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, VI/ 592; es-Sem‘âni, Ebu’l-Muzaffer Mansur b. Muzaffer, Tefsîru’s-Sem‘ânî, Daru’l-Vatan, Riyâd, 1418, Baskı: I, IV/387; Ebû hayyân el-Endelûsî, el- Bahru’l-Muhît, IX/81