Öztürk, Kur’an’ın evrensellik iddiasında bulunmadığı iddiasını genel bir cümleyle iddia ederek girdiği konuyu, evrensel olduğunu ispat eder gördüğü ikin ayeti kendince tevil ederek delillendirmeye çalışıyor. Nitekim Öztürk’ün bu bağlamdaki ifadeleri aynen şöyle:

“Bu noktada özellikle 34/Sebe 28. ayetteki kâffeten li’n-nâs ibaresine istinaden Hz. Peygamber’in tüm insanlara gönderildiği söylenebilir. Fakat bu bir yorumdur. Zire klasik tefsirlerde mezkûr ibareye dair iki yorum mevcuttur. Bizce daha makul olan diğer yoruma göre kâffe kelimesi ile ilgili ayette “engel olmak, alıkoymak” anlamında kullanılmıştır. Buna göre ibarenin aslı kâffen li’n-nâs’tır. Kelimenin sonundaki ta harfi mübalağa içindir. Hülasa, ayetteki ve-mâ erselnâke illâ kâffeten li’n-nâs ibaresi Hz. Peygamber’in insanları, yani Mekke ve çevresindeki müşrik halkı şirk inancından vazgeçirmek maksadıyla gönderildiğini ifade eder.  İlgili ayette geçen “insanlar” (en-nâs) kelimesine Mekke ve çevresindeki insanlar şeklinde bir mana verilmesine itiraz edenlerin, Kur’an’daki “Ey İnsanlar!” şeklindeki hitaplara klasik dönemlerdeki müfessirlerce, “Ey Mekke halkı!” şeklinde mana verildiğini göz ardı etmemeleri gerekir. Keza bir çok ayetteki ve-min’en-nâsi ibaresiyle de vahyin nazil olduğu dönemde Mekke’de veya Medine’de yaşayan belli bir insana veya bir zümreye işaret edildiği müsellemdir. Bu gerçeği görmek için klasik tefsirlerdeki rivayet malzemesine bakmak yeterlidir.”[1]

Özetleyecek olursak Öztürk bu iddiasında Allah Resulü ﷺ’nün risaletinin tüm insanlığa şamil olduğunu beyan eden ayeti bu mananın dışına çıkarabilmek için ayetteki “kâffeten” ifadesi ile hemen peşi sıra gelen “en-nâs” ifadesini hakiki manalarının haricine çıkararak tevil etme eğilimine giriyor. Bu vesileyle bizler de ilgili kelimelerin hangi manada olması gerektiğini ifade sadedinde şöyle serdedelim söyleyeceklerimizi:

  1. كافة ifadesinin birinci babtan olan كَفَّ-يَكُفُّ dan ism-i fâil olarak kabul ettiğimizde  جَامِع/ cemedici manasında olacağı açıktır. Bu manadaki “kâffe” ifadesini, makablinde bulunan أرْسَلْنَاكَ ifadesindeki ك ‘tan hal düşürüp sonunda bulunan “ta-i marbûta” nın da mübalağa manasında olduğunu kabul ettiğimizde ayetin manası: “Biz seni hakkı ulaştırma hususunda insanları son derece cem edici olarak gönderdik  şeklinde olacaktır. İmam Zeccâc’ın görüşü olan bu manaya göre ayetin Kur’an’ın evrenselliğini ispat ettiği izahtan varestedir.
  2. Bazı muhakkık nahivciler yukarıdaki manaya itiraz ederek, “ كَافَّة/ kâffe” kelimesinin hiçbir zaman جامع/ câmi‘ manasında zaptedilmediğini bilakis onun lügavi olarak kullanıldığı asıl manasının منع/ men etti” olduğunu söylemişlerdir. Bu görüşe göre de mana “Biz seni insanların tamamını küfre düşmekten ve senin tebliğinden müstesna kalmaktan engelleyici olarak gönderdik” şeklinde olacaktır. Zira Arapçada كفَّ ifadesi kendisinde bulunan bir şeyin dışarıya çıkmasını engelleme manasını barındırmaktadır.
  3. Bir başka tevile göre ayetteki كافة ifadesi tıpkı العافية veya العاقبة ifadeleri gibi ism-i fail kalıbında gelmiş mastardır. Bu durumda da hal olarak düşmesi ya mübalağa maksatlı olur yahut da başına ذا takdir edilmesiyle olur.
  4. كافة ifadesinin mahzuf bir mastarın sıfatı olması da mümkündür. Bu ihtimale göre takdir إرسالة كافة şeklinde olacaktır. Ki bu durumda Efendimiz ﷺ’ in gönderilişinin tüm insanlığı kapsadığı daha sarih bir vurguyla ifade edilmiş olacaktır.
  5. Nahivcilerden bir kısmı bu ifadeyi hemen sonrasında bulunan للناس kelimesinden hal düşürmüşlerdir. Bu durumda da takdir للناس كافة şeklinde olacaktır. [2]
  6. Yukarıda aktardığımız üzere arap diline göre ayet bir çok manayı muhtemil iken Öztürk neye istinaden bu ayetin manasının sadece kendi tercih ettiği anlamda olduğunu söylemektedir? Kaldı ki, yukarıda verdiğimiz malumatın hiçbiri Öztürk’ün iddiasını desteklememektedir. Zira, her ne kadar onun iddia ettiği gibi كافة kelimesinin engel olmak/alıkoymak gibi manaları varsa da ayeti bu manada kabul ettiğimizde de Öztürk’ün verdiği anlam çıkmamaktadır. Nitekim arap diline göre bu ifadenin, zımnında bulunan bir şeyi dışarıya çıkarmaktan engellemek manasında olduğunu nakletmiştik.
  7. Gelelim asıl noktaya: Öztürk, bu ayetin Kur’an’ın evrenselliğini ispat edişini engelleyebilmek için öncelikle ayette bulunan كافة ifadesi üzerinde bir operasyon düzenledikten sonra للناس ifadesini de keyfince ve tamamen sübjektif bir yaklaşımla tahsis etmektedir. Zira ona göre ayette geçen bu ifade tüm insanlık değil Mekke ve çevresindeki insanlardan bahsetmektedir. Bu durumda Öztürk’e soralım: Muarraf olan cemilerin âmm olacakları müsellem bir kaideyken siz böyle bir umumi ifadeyi neye göre sadece Mekke ve çevresindekilere tahsis ediyorsunuz? Tahsis için müşahhas bir muhassıs gerekmesine rağmen siz bu tahsise ancak şunu delil getirebiliyorsunuz: Kur’an’ın bazı ayetlerinde bulunan “eyyuhe’n-nâs” gibi ifadelere müfessirler “ey Mekke halkı” diye mana vermişler. Allah aşkına, böyle bir istidlal olabilir mi? Zira, bu ayette bulunan umumi ifadeyi tahsis eden somut bir muhassıs bulmadığınız sürece elinizde hiçbir delil yok demektir. Nitekim de bulamayacaksınız. Bunu siz de bildiğiniz için – belki özel de bir gayret göstermeniz neticesinde- bula bula ancak bu zayıf mesnedi bulabildiniz. Zayıf diyorum, zira öncelikle diğer ayetlerde yer alan “eyyuhe’n-nâs” ifadesinin bağlamı umumi iken hiçbir müfessir bu ifadeye böyle sınırlı bir mana vermemiştir. Bu konuda mutemet bir tek misal dahi getiremezsiniz. Söz gelimi يَا أَيُّهَا النَّاسٌ اعْبُدُوا رَبَّكُم / “Ey insanlar, Rabbinize ibadet ediniz” ayetindeki hitaba “Ey Mekke ve çevresindekiler, sadece siz Rabbinize ibadet ediniz” manasını veren bir müfessir olduğunu mu iddia ediyorsunuz? Bu akıl kârı bir iş midir? Bu söylediğimizi Kur’an’da bu ifadeyle (يَا أَيُّهَا النَّاسٌ) yer alan diğer bazı ayetlere de bir uygulayın ve görün nasıl bir saçmalığın müddeisi olduğunuzu. Biz daha fazla uzamaması için sadece bu misalle iktifa edeceğiz.
  8. الناس ifadesine bağlam hususi olduğu için bir tevil olarak böyle hususi bir mana verilmiş olabilir. Fakat unutmamak gerekir ki bu bir tevildir. Yani zannî bir yorumdur. Böylesine zannî olan bir teville tamamen farklı olan bir konuya “me‘al fârık” bir kıyas yaparak hem bir cinayet işliyorsunuz hem de Kur’an’ın tarihselliği gibi itikadi açıdan son derece ciddi bir iddiayı böylesine zannî ve fasit bir delile dayandırarak ayrı bir cürme düşmüş oluyorsunuz.
  9. Evet, İmam es-Suyûtî, el-İtkân’ında Meymun b. Mihrân’dan naklen يَا أَيُّهَا النَّاسٌ veya يَا بَنِي آدَمَ ifadelerinin yer aldığı ayetlerin mekkî, يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا ifadesinin yer aldığı ayetlerin de medenî olduğunu söylemektedir.[3] Buna binaen bazı müfessirler ilgili kaide üzerinden يَا أَيُّهَا النَّاسٌ ifadesinin yer aldığı ayetlere böyle mana vermişlerdir. Müfessirlerin bu noktadaki mezkur tefsirleri tamamen bu hususla ilgili iken Öztürk müfessirleri de –büyük bir demagoji ustalığıyla- kendi batıl tezine alet etmeye çalışmaktadır.
  10. Ayrıca şu da göz ardı edilmemesi gereken bir noktadır: Kur’an’ın evrensel olduğu hususu -birkaç tanesini yukarıda zikrettiğimiz ayetlerle- sabit bir hakikattir. Hem lügat, hem usul, hem ümmetin icma‘ı hem de bu hakikat bahsini yaptığımız ayette geçen “en-nâs” ifadesinin tüm insanlıktan bahsettiğini haykırıyorken böylesine fasit ve çürük bir delil üzerinde ısrarcı olmanız neyle izah edilebilir?

Ez cümle, yaptığımız kısa bir tahlil neticesinde ayetin sahih ve her yönden mutemet manasının Allah Resulü ﷺ’nün tüm insanlığa gönderildiği şeklindeki mana olduğu ortaya çıkmıştır. Nitekim bu mana aynı konudaki diğer ayetlere de muvafık düşen manadır. Öztürk’ün ayete yüklemeye çalıştığı mananın ise hem Kur’an’ın kendi iç bütünlüğüne zıt olduğu hem de lügavi açıdan tutarsız olduğu anlaşılmıştır. Dolayısıyla Öztürk’ün Kur’an’ın evrensel olduğu bağlamında en kavi delillerden biri olarak telakki edilen bu ayet üzerindeki operasyonu son derece yanlı ve yanlıştır.


[1] Öztürk, Kur’an ve Tefsir Kültürümüz, s. 15

[2] es-Semîn el-Halebî, Şihabuddin Ahmed b. Yûsuf, ed-Dürru’l-Mesûn fî İlmi’l-Kitâbi’l-Meknûn, Dâru’l-Kalem, Dımeşk, IX185-186

[3] Celaleddin es-Suyûtî, el-İtkân fî ulûmi’l-Kur’ân,  I/68