Soru: Hocam! Günümüzde bir kısım insanlar kasıtlı bir şekilde terk edilen namazların kazasının olmayacağını söylüyorlar. Öte yandan camide vaaz veren hocalar insanlara tövbe etmelerini telkin ederken terk ettikleri namazlarını mutlaka kaza etmeleri gerektiğini söylüyorlar. Yani bu konudaki mutedil tutum nedir? Kasten terk edilmiş bir namazı kaza etmenin sünnette yeri var mıdır?

Cevap:  İlk önce soruda yer alan “günümüzde bir kısım insanlar kasıtlı bir şekilde terk edilen namazların kazasının olmayacağını söylüyorlar”  şeklindeki ifade üzerinde durmak istiyorum. Zira bu ifade bu meselenin günümüzde bir kısımları tarafından gün yüzüne çıkartıldığı manasında ise söyleyecek bir şey yoktur. Yok, eğer günümüz mütemechitlerinin bu konuyu tarihte ilk kez gündeme getirdikleri anlamını taşıyor ise bu isabetli bir tespit değildir. Zira Abdülkahir el- Bağdadî, kitabında Nazzamiyye ile ilgili bilgi verirken ölüm tarihi H.222 olan İbrahim en- Nazzam’dan bahseder. Onun ehl-i sünnete muhalif olan görüşlerini ta’dad ederken bu görüşlerinden birinin de “kasten namazı terk eden bir kişi adına artık o namazın kazasının olmayacağı şeklindeki görüşünün olduğunu zikreder.[1]

Şu halde ulaşabildiğimiz bir takım veriler nispetinde ta ikinci üçüncü asırlarda ortaya atıldığını tespit edebileceğimiz bu şekildeki bir görüşün günümüz aşüfteleri tarafından icad edildiğini söylemek isabetli olmaz. Belki, bunların yapabilecekleri tek şey diğer meselelerde olduğu gibi öldürülüp çürütüldükten sonra karanlık dehlizlerde gömülü kalmaya mahkûm edilmiş esassız görüşleri yeniden hortlatma operasyonudur. Bunu da pek becerebildikleri söylenemez ya? Her neyse…

Kasten terk edilen namazın sünnetteki yerini birkaç rivayetten destek alarak ispat edebileceğimizi zannediyorum. Bu rivayetlerden birisi Müslim’in Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh)’den rivayet ettiği şu hadisedir: Resulullah Aleyhissalatü vesselam Hayber savaşından dönerken gece boyu yürüdüler. Ta ki kendilerine uyku bastırınca mola verdiler. Ve Bilal (Radıyallahu Anh)’e “Sen bizim için geceyi gözet” buyurdular. Bilal (Radıyallahu Anh)’ de imkânı nispetinde nafile namaz kılmış ve Resulullah ile ashabı uyumuşlar. Fecr (sabah namazının giriş vakti) yaklaşınca Bilal (Radıyallahu Anh) hayvanına dayanarak fecrin doğacağı tarafa yönelerek uyuya kalmış. Güneş yüzlerine vuruncaya kadar ne Resulullah Aleyhissalatü vesselam, ne Bilal ve ne de sahabe’den kimse uyanmamış. Neticede uyanan ilk kişi Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) olmuş. Telaşlı bir şekilde “Ey Bilal” diye seslenmiş. Bilal de “Anam babam sana feda olsun Ya Resulellah! Senin nefsini tutan benimkini de tuttu” demiş. Resulullah Aleyhissalatü vesselam “Develerinizi çekin” emrini vermiş. Onlarda develerini çekmişler. Sonra Resulullah Aleyhissalatü vesselam abdest almış ve Bial (Radıyallahu Anh)’e namaz için kamet getirtmiş. Akabinde onlara sabah namazını kıldırmış. Peşi sıra da şöyle buyurmuş “ Her kim namazı unutursa onu hatırladığında kılsın. Zira Allah teala “Beni anmak için namaz kıl”[2] buyurdu.[3]

Yukarıda naklettiğimiz hadisenin kasıtlı olarak namazını terk eden bir kişinin durumuyla bire bir örtüşmediğinin farkındayız. Esasen bizler bu noktadan sonra yukarıdaki rivayetin sonunda yer alan “Her kim namazı unutursa onu hatırladığında kılsın” şeklindeki cümle üzerinde durmak istiyoruz. Zira bu ifadenin biraz farklı bir şekli de şöyle nakledilmektedir:

            فَإِذَا رَقَدَ أَحَدُكُمْ عَنْ الصَّلَاةِ أَوْ نَسِيَهَا ثُمَّ فَزِعَ إِلَيْهَا فَلْيُصَلِّهَا كَمَا كَانَ يُصَلِّيهَا فِي وَقْتِهَ

“Sizden biriniz namazı uyuyarak veya unutarak geçirip de sonra bunun farkına varırsa bu namazı tıpkı vaktinde nasıl kılıyor idiyse öylece kılsın”.[4]

            İşte bu rivayet üzerinden iki noktaya dikkat çekmekte fayda bulunduğu kanaatindeyim. Birincisi şu: Bilindiği gibi Peygamber Aleyhissalatü vesselam bir hadiste kalemin üç kişiden kaldırıldığını sayarken bunlardan birisinin uyuyan kimse olduğunu zikreder.[5] Öyleyse uyuyan bir kişinin uykusu sebebiyle fevt ettiği bir vecibeden dolayı mesuliyeti yoktur, olmamalıdır. Böyle buyuran aynı Peygamber Aleyhissalatü vesselam yukarıdaki rivayette namazını uyuyarak geçiren birisinin hatırladığında bunu kaza etmesi gerektiğini açıkça bildirmektedir. Namaz meselesinde uyuyan hakkında durum bundan ibaretse kasıtlı olarak namazını terk eden kimsenin terk ettiği bu namazını kaza etmesinin gerekliliğinde evleviyet vardır.

Yukarıdaki rivayet üzerinden dikkat çekmek istediğim ikinci nokta ise şudur: Rivayette yer alan “yahut unutursa” ifadesi dört ayrı kaynakta “gaflete dalar da terk ederse” mahiyetindeki ifadeyle yer almaktadır. Yani arapça orijinal ifadeleri ile  “او غفل عنها[6], “يغفل عن الصلاة”,[7]يغفل عنها [8] şeklinde kaynaklarda yer alan bu lafızlar konumuza büyük oranda ışık tutmaktadır. Çünkü “غفلfiiliعنharf-i cerriyle kullanıldığında[9]على ذُكر [10]تركه“onu bilerek terk etti” veya “سها عنه” “onu kasıtlı olarak terk etti” anlamlarını taşır. Zira سها  fiili “عن” ile kullanıldığında “bilerek terk etme”,  “aldırış etmeme”,  “dikkate almama” anlamlarına tekabül eder. Nitekim Allah Azze ve Celle’ nin الذين هم عن صلاتهم ساهون[11] şeklindeki ayet-i kerimesinin bir manası “Onlar namazlarını ciddiye almazlar” dır.

Hadislerin aynı sahabîden yani Enes b. Malik (Radıyallahu Anh)’den gelmeleri mana ile rivayet edildiklerini akla getirebilir. Ancak İmam Müslim’in mana ile rivayeti tecviz etmediği ve nebevî lafızlara daha çok itina gösterdiği de bilinen bir husustur.[12]

    Netice itibarıyla şunları söyleyebiliriz: Tarihte kasıtlı olarak terk edilen bir namazın kazasının söz konusu olamayacağını söyleyenler bu eylemin vebalinin çok ağır olması ve onu kaza etmenin dahi bu vebalden kurtulmak için yeterli gelemeyeceği noktasından hareket etmişlerdir. Lakin meseleye farklı vecihlerden bakıldığında bu görüşün tutarsızlığı gün yüzü gibi aşikâr olmaktadır. Zaten bu görüş ulema arasında da şaz bir görüş kabul edilmiştir. Yazının hacmini göz önünde bulundurmamızın isimlerini tek tek serd etmeye imkân tanımadığı cumhur ulema kasten terk edilen namazların kaza edilmesi gerektiğini savunmuşlardır. Aslında bu kaza mazide yapılan bu denli veballi bir işin karşılığında duyulan bir tövbenin ispatından başka bir şey de değildir. Allah en iyisini bilir…      


[1] Abdülkahir el- Bağdâdî, el- Fark beyne’l- Fırak, s. 130 el- Mektebetu’l- Asriyye, Beyrut- Lübnan 1430, B.I

[2] Taha 14

[3] Müslim, “Kitabu’l- Mesacid”, 55 No: 309

[4] Muvatta, “Salat”, No: 36

[5] Nesai, “Talak”, No: 3432

[6] Müslim, “Mesacid”, No: 316, Ahmed b. Hanbel, Müsned, XX/ 255 No: 12909

[7] İbn Mace, “Salat”, No: 695

[8] Nesai, “Salat”, No: 613

[9] Muhammed Abdülkadir er- Razi, Muhtaru’s- Sıhah, ğa-fe-le maddesi

[10] İbn Manzur, Lisanu’l- Arab, II/ 497 Beyrut- Lübnan B.I

[11] Mâun, 5

[12] es- Suyuti, Tedribu’r- Râvî, I/ 71-72, Beyrut- 1993, [ Nihat Yatkın, Hz. Peygamberin Sünnetinde Namazların Kazası, EKEV Akademi Dergisi, C.III- S.I Bahar 2001]