Mümin mukaddesatı için yaşar. Onun düşünce dünyasında mukaddesatı olmazsa olmaz bir yeri haizdir her zaman. Onları düşünür, onlarla hemhal olur ve onların muhafaza ve müdafaası için hayat sürer. Mümini, sadece dünyevi nimetlerden istifade etmek, yeme-içme ihtiyacını gidermek için yaşayan kâfirden ayırt eden en belirgin hususiyetlerden biri de budur. Hedefleri uğrunda can verip şehitler sınıfına yazılmaya kadar gidecek olan bu idealist ruh Müslümanı hayata bağlayan bir can simididir aslında. Allah ﷻ ve Resulü ﷺ’nün mukaddes kıldığı şeyleri yücelterek onların muhafazası için kendini vazifeli kabul eden bir Müslüman için hayata anlam katan yegane duygudur bu. Zira bu şuurda olan bir Müslüman, dinin kutsal kabul ettiği şeye sahip çıkmanın filhakika Allah ﷻ ve Resulü ﷺ’ne yardım etmek anlamına geleceğini çok iyi bilir. Allah ﷻ’a yardım etmek ise onun yardımına erişebilmenin sebebi sayılmaktadır.[1]

Hayal Hazinemizi Süsleyen Şehir: Kudüs

Altı bin yıllık maziye sahip olan bu muazzam şehir, sokakları, yatırları, tarihi yapılarıyla inanılmaz derecede etkiler ziyaretçilerini. Mazisi itibarıyla Romalılardan Bizanslılara birçok halkın izlerini taşıyan Kudüs, Emevilerden Osmanlı’lara intikalinde de İslam’ın remzini taşır. O her şeyiyle İslam’ındır, Müslümanlarındır. Zira onu mukaddes kılan şey, Allah ﷻ’ın dininin alametlerini taşımasıdır. Onu apayrı kılan vasıf, Allah ﷻ ve Resulü ﷺ’nün ona atfetmiş oldukları payedir. Yoksa Kudüs’ü Kudüs yapan şey, arkeoloji alanındaki zenginliği, mimari açıdan üstün meziyetlere sahip oluşu veya şehircilik bakımından haiz olduğu değerler bütünü değildir. Sahip olduğu manevi anlamdaki üstünlükler sebebiyle tarihin akışı içinde hiçbir zaman gündeminden düşmemiştir Müslümanların.

Kudüs dendiğinde Müslümanlara kıble olmuş mukaddes şehir düşer aklınıza. Allah ﷻ ’ın yeryüzündeki ikinci evini bağrına basmış bir yer parçası gelir. Hz. Adem  ‘den Hz. İsa’ya kadar bir çok peygambere mesken olmuş ve ilâhî vahye beşiklik yapmış peygamber kokulu şehirdir Kudüs. Hz. Davud, Hz. Süleyman, Hz. İbrahim, Hz. Zekeriya gibi bir çok peygambere kabristan olma şerefine nail olmuş bir beldedir. Bu yüzden Kudüs bizim Hz.Adem ’den Hz. Peygamber ﷺ’e ve oradan da günümüze intikal eden tevhid bayrağımızın muhkem sancağıdır.

Allah ﷻ Ve Resulü ﷺ’nün Takdis Ettiği Belde: Kudüs

Allah Azze ve Celle Kur’an-ı Kerim’de Kudüs’ten “arz-ı mukaddese” olarak bahseder. Bu ayetlerden biri Hz.Musa ’nın kavmine hitaben “Ey kavmim ! Allah’ın size (vatan olarak) yazdığı mukaddes toprağa girin ve arkanıza dönmeyin, yoksa kaybederek dönmüş olursunuz” [2]şeklindeki sözüdür. Bu ayet-i kerimede mukaddes yer olarak bahsedilen şehir “Kudüs”tür.[3] Meşhur İsrâ hadisesinin anlatıldığı ayet-i kerimede de Cenab-ı Hak “Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir”[4] buyurarak Kudüs şehrini mübarek kıldığını beyan buyurmuştur. Bu anlamda Kudüs, kâinatın mâliki Allah ﷻ tarafından mukaddes kılınmış bir şehirdir.

Allah Resulü ﷺ de bazı hadislerde Kudüs’ün mukaddes belde oluşuna atıflarda bulunmuştur. Bunu kimi zaman takrirleriyle kimi zaman da sarahaten kendi ifadeleriyle yapmıştır. Nitekim bir keresinde yolculuğa çıkmaya hazırlanan bir sahabîye nereye gittiğini sorduğunda o sahabînin “Beytu’l-Makdis’e” cevabını vermesi üzerine “ O mescidde namaz, Mescid-i Haram’ın dışındaki diğer mescitlerde kılınan yüz namazdan üstündür” buyurmuştur.[5] Bir diğer hadiste Hz. Musa’ya ölüm meleğinin gelmesinden bahsederken Hz.Musa’nın “Mukaddes beldede” ölmek istediğini ifade buyurur.[6] Bu hadiste de “arz-ı mukaddese” ifadesi vardır. Hz. Peygamber bir kere rüyasında iki adamın kendisini alıp mukaddes diyara götürdüklerini anlatırken de hakeza aynı ifadeyi kullanmıştır. Ez cümle, Allah Resulü ﷺ, tamamını burada serdedemeyeceğimiz müteaddit rivayette Kudüs’ü mukaddes olmakla vasıflamıştır.

Haşr ve Neşir Yeri: Kudüs 

Haşr ve neşir yeridir Kudüs. Hz. Peygamber ﷺ Kudüs hakkında kendisine sorulduğunda orayı böyle tavsif etmiştir. Meymûne validemiz anlatır: “Ey Allah’ın peygamberi, Beytu’l-Makdis hakkında bize fetva/bilgi verir misin?” dedim. Şöyle buyurdu: “(Orası) (yarın rûz-i mahşerde) neşr ve haşrın olacağı yerdir. Oraya gidin ve namaz kılın. Zira oradaki bir namaz (başka yerdeki) bin namaz gibidir.[7]Hadisteki Kudüs’ün mahşer alanı olacağı ifadesini hakiki manada anlayabilmemiz mümkün olduğu gibi kıyamete yakın Müslüman orduların burada toplanarak İslam’ın tekrardan yeryüzüne hakim oluşuna merkezlik yapması manasında da anlamamız mümkündür.[8]

Hadisenin en yakın safhada bizi etkileyecek olan tarafı da burasıdır aslında. Zira Allah Resulü ﷺ, insanlığın başlangıcından bugüne tevhid davasına birçok kez merkezlik yapmış Kudüs’ün paramparça edilmiş, evleri ve beldeleri tahrip edilmiş, kanları dökülmüş, ırzlarına tecavüz edilmiş müstazaf Müslümanların yeniden kıyamına başkentlik yapacağını haber vermiştir. Biz Müslümanlar için bundan daha büyük bir teşvik ve müjde olabilir mi? Zira Kudüs, itikadından ameli boyutuna varıncaya dek her alanda tahribata maruz bırakılmış, köklerinden koparılmış ve kimlik kaybına uğratılmış asrımızın Müslümanlarına “Halinizi düzeltirseniz zafer yakındır” diye haykırıyor.

Gönülleri Kendine Bağlayan Mescid: Mescid-i Aksâ

Mescid-i Aksa müminlerin namazdaki ilk kıblesi gönüllerde ise müebbet kıblesidir. Allah Resulü ﷺ Medine’ye geldiğinde on altı ay kadar Mescid-i Aksa’ya doğru namaz kılmıştı.[9] Bu durum evvelki peygamberlerin ortak davası olan İslam dininin Kudüs ile irtibatının ne denli kavi olduğunu göstermekteydi. Bu sebeple Mescid-i Aksa ezelden yazılmıştı gönül hanemize. Ona kavuşmak, onda namaz kılmak Mi’racın kokusunu ve feyzini yerinde hissetmek en büyük temennilerimizden birisiydi. Diğer yandan bakıldığında hayatımıza çok farklı bir boyut kazandıran Mescid-i Aksa, ezilmişliğimizin, güçsüzlüğümüzün ve hissizliğimizin de bir göstergesi olmuştur zamanımızda. Adeta bir turnusol kağıdı oldu Kudüs’ün işgali ve Mescid-i Aksâ’nın esâreti.

Gönüllerimizde yaşattığımız ve muhabbetini diri tutmaya çalıştığımız Mescid-i Aksa’nın esareti derinden yaralıyor bizi. Yahudi sultasından geçerek ziyaret edebildiğimiz mescidimizi çeşitli ambargolar nedeniyle neredeyse göremeyecek hale geldik. Sahabe anlatıyor ya hani. Allah Resulü ﷺ’nün yanında “Resulüllah ﷺ’ın mescidi mi yoksa Mescid-i Aksâ mı daha üstündür diye müzakere ederken Peygamber ﷺ şöyle buyurdu: “Benim şu mescidimdeki bir namaz oradaki dört namazdan üstündür. Kılabilene ne mutlu! Yakında yayın eğik kısmı kadar Mescid-i Aksâ’yı görebileceği bir yerinin olması adam için dünya ve içindekilerden daha hayırlı olacak.” [10] İşte biz bugün tam da bu hali yaşamıyor muyuz? Sekülerliğin verdiği sarhoşluk sebebiyle imanlarımızın gerektiği şekilde sağlam olamaması Mescid-i aksa’nın esaretini bir yürek yarası gibi daima hissetmemize engel oluyor belki. Ancak varlık sebebi İslam, tevhid, cihat ve i’lâ-i kelimetullah olan müminler sinelerinde kor varmışçasına hissediyorlar bu acıyı daima.

Gönüllerin kıbleliğini yapan Mescid-i aksamız için bir şeyler yapmamız gerektiği şuurunda olmalıyız daima. En azından devamlı onu konuşmalı, ondan bahsetmeli ve bugünkü boynu büküklüğünü dert edinmeliyiz gönlümüzde. Bu şuurla yaşamamız gerektiğini nasihatleyen şu hadis ne kadar da hikmetlidir değil mi? Meymûne validemiz der ki: ‘Resulüllah ﷺ’a ‘Bize Beyt-i Makdis hakkında fetva ver Yâ Resulellah dedim.’ Buyurdular ki: ‘Oraya gidin ve namaz kılın.’ Bunun üzerine ben ‘Bu nasıl olacak, bizimle onun arasında Rumlar var’ deyince ‘Öyleyse kandillerinde yakılacak zeytinyağı gönderin ona’ buyurdu.[11] Yani bir şeyler yapın mutlaka. Farklı şekillerdeki engeller gönlünüzdeki bağın kopmasına engel olamasın asla. Başlığı Mescid-i Aksa olan bir şeyler yazın, içinde Mescid-i aksa olan cümleler kurun, Mescid-i aksa’nın kavlen müdafaa edildiği mitingler düzenleyin ve en önemlisi Mescid-i aksa’nın bu esaretten kurtulabilmesi için kendinizi düzeltin ve duaya sarılın. Bu hadisin günümüze söylediklerinden bir kısmı bunlar olabilir Allahu a’lem.

Mescid-i Aksa ve Mescid-i Haram Arasındaki Bağ

Mescid-i Aksa ile Mescid-i Haram arasında eskiden gelen bir bağ vardır. İbrahim (aleyhisselâm)’in Kudüsten Kabe’ye gelişi ve ehlinin bir kısmını oraya yerleştirişi ile canlanan bir bağdır bu. Sonrasında Hz. Peygamber ﷺ’in İsrâ mucizesi ile Mescid-i Haram’dan Mescid-i aksâ’ya gidişiyle pekişen muhkem bir bağ. Aralarındaki bu sağlam irtibatın bir semeresi olsa gerektir ki Allah Resulü ﷺ “Her kim Beytu’l-makdis’ten ihrama girerse affolunmuş halde girer” buyurmuştur.[12] Filistin diyarından Hicaz’a uzanan bu manevi bağ kıbleleri Mekke’de olan Müslümanları Kudüs aşığı kılmıştır asırlar boyu. Millet-i İbrâhîm’e uymamızı emreden Kur’an’ımız bu bağlamda Kudüs’e sahip çıkmaya da çağırır bizleri. Mekke ve Kabe ne kadar sizinse Kudüs ve Mescid-i aksa da o kadar sizindir der.

İçimizdeki Gafiller ve Hainler

Bu bağı anlamaktan aciz bir kısım gafiller ve batının içimize yerleştirdiği bir takım hainler ise Mescid-i aksa’yı savunmanın anlamsız olduğunu söyleyebilmektedirler. Anlamları anlamsızlaştıran bu ebleh tutuma karşı “Allah’ın hidayet takdir buyurmasını, değilse tez zamanda içimizden bertaraf etmesini” talep etmekten başka bir çaremiz yok. Ne var ki, bir gün Kudüs ve Mescid-i aksa hürriyetine kavuşup Müslümanlar İslam’ın izzetiyle muazzez olduklarında bu utanç verici söylemlerin yüz karalığı bir leke olarak her zaman alınlarında kalacaktır bunların. Müslümanların önüne geçirilerek kitleleri etki altında bırakmaları için kendilerine imkanlar tanınan bu güruhu tarih sadece “Kudüs’e ihanet edenler” olarak yazmayacak bilakis Müslümanları da bu cürme ortak kılmaya çağıranlar olarak kaydedecektir.

Bu ihanet silsilesinin bir halkası da gücü sadece Müslümanlar üzerinde kullanan, dünyadaki mevcut hakim Siyonist çeteye karşı suspus bir tavır takınan bir kısım selefilerdir. Elbânî’nin Filistin diyarının Yahudilere teslim edilmesini intaç eden fetvasının yanı sıra Bin Baz’ın da bu noktaya varan fetvaları[13] söylediğimizin bariz bir örneğidir.[14] Evi gasp edilen birine evini barkını hırsıza teslim etmesi gerektiğini telkin etmek gibi bir cinnet söylemidir bu. Gerçi, Müslümanların cihat niyetiyle yaptıkları bütün eylemlere sızarak bu faaliyetleri sadece bölücülük yapmak ve Müslüman kanı akıtmak fiiline dönüştüren fakat  ağabeylerinin bir işaretiyle süt dökmüş kediye dönen nadanlardan başka ne beklenebilir ki?

Mukaddes Diyarda Yahudi’nin Gâsıp Eli

Mescid-i aksâ ile manevi bağımızı zayıflatmaya çalışanlar orayı bir ahtapot misali işgalci eliyle istila eden Yahudi’nin hizmetkârlarıdırlar. Zillet ve miskinliğin üzerlerine bir damga gibi vurulduğu Yahudiler topluluğu[15] mukaddes beldeyi işgal ederek sahiplenme planları gütmektedirler. Zira onlara göre, farklı zaman dilimlerinde İbrahim, İshak ve Yakup u ile başlayıp Musa ve Yuşa’b. Nun u ile devam eden enbiya silsilesindeki dedeleri orada iskan etmişlerdir. Yahudilere göre Kudüs’ün kendilerine ait olmasının ayrıca dini boyutu da vardır. Nitekim, Tevrat’ta yer alan bir ahde göre Cenab-ı Hak İbrahim u’e Mısır nehrinden Fırat’a varan bölgeyi onun nesline ebedi bir mülkiyetle vereceğini vadetmiştir.[16] Bu inançla Kudüs’ü savunan ve Büyük İsrail projesini uygulama sahasına dökmeye gayret eden Siyonizm Mescid-i aksâ’ yı yıkıp yerine Süleyman mabedini inşa etmek için her türlü şeytanlığa başvurmaktadır.

Özelde Kudüs ve genelde arz-ı mevud bağlamındaki hedeflerine ulaşabilmek için dünyayı zindana çevirdi zalim Siyonistler. 1967 yılındaki altı gün savaşından sonra o ana dek Ürdün’ün kontrolünde bulunan Doğu Kudüs’ü işgal ettiler. Kudüs o tarihten bu zamana İsrail’in işgali altında bulunuyor. 1980’de kabul ettiği kanunla Kudüs’ü “bölünmez başkenti” ilan ettiler. Ve kentte yaşayan araplara da vatandaşlık verdiler.

İsrail’in Doğu Kudüs’ü başkent ilan etmesinin ardından kentte Yahudi nüfusunun artış kazandığı görülmektedir. 1967’den bu yana İsrail burada on yerleşim birimi kurmuştur. Ve buraya yaklaşık yüz bin Yahudi yerleştirilmiştir. Yaşadığımız zaman diliminde Amerika başkanının da Kudüs’ü başkent ilan etmesiyle tazelenen bu işgal hareketi nihai hedefine ulaşma yolunda ilerleme kat ediyor. Müslümanlar olarak gerekli tedbirleri almaz, Kudüs’ün kurtuluşunun bizim uyanışımızda saklı olduğunun şuuruna varmazsak bu vebal bize dünya ve ahiret yetecektir.

Fetih Ruhuyla Yetiştirilen Nesil

Bütün bu olumsuzluklara rağmen Fetih ruhuyla ayakta durdu ümmet tarih boyunca. Bugün bizler daha ziyade muhtacız bu ruha ve heyecana. Allah Resulü r sahabeyi sürekli bu yönde teşvik etmiş ve Kudüs’ün asıl sahibi İslam’a kazandırılması için onlara hedef göstermiştir. Zaman olmuş sahabeye Mescid-i Aksa’ya çok ihtimam göstermeleri gerektiğini ve yakın zamanda gelecek nesillerinin oraya gidip geleceğini, orayı gündeminden hiç düşürmeyeceğini söylemiştir.[17] An olmuş onlara “Yeryüzünde sadece üç mescid için yolculuğa çıkılabileceğini ve bunlardan birinin de Mescid-i aksa olduğunu söyleyerek özelde sahabeyi ve genelde bütün bir ümmeti Kudüs’e gitmeye teşvik etmiştir.[18] Bir başka rivayette ise şöyle buyurmuştur Allah Resulü ﷺ: “Ümmetimden bir topluluk Dımeşk’in kapıları ve etrafı, Beytu’l-makdis’in kapıları ve etrafında savaşacaklardır. Kıyamet kopuncaya dek hak üzere galip olacaklar ve onları zelil etmeye çalışanlar onlara hiç zarar veremeyeceklerdir.”[19]

Resulüllah ﷺ Efendimiz ’in bu ruhla yetiştirdiği nesil zamanla Kudüs ve Mescid-i aksayı esaretten kurtararak asıl sahibi olan İslam’a teslim etti. Candan, yardan ve serden geçerek cihat ettiler Kudüs uğrunda. Tarihin seyri içinde Kudüs’ü haçlı istilasından kurtararak yeniden İslam’a kazandıran Selahaddinler bu ruhla çalıştılar her zaman. Onlara bu aşkı aşılayan ve Kudüs ağladıkça bize gülmek haramdır dedirten hissiyatın sırrı Fahr-i kâinat’ın bu teşviklerinde gizliydi. Üzerine ölü toprağı serpilmiş biz Müslümanları da yeniden Kudüs aşığı kılacak ruh burada yatmaktadır. Şayet bizler bu ruhtan aldığımız ilhamla fetih ruhunu genlerine nakşettiğimiz nesiller yetiştirebilirsek yeni Selahaddinlerin Kudüs’ü fethetmesi kaçınılmaz olacaktır. İşte o zaman Kudüs, yeniden aslî merciine dönecek ve yıllardır gülmeyen yüzü mütebessim bir çehreyle âlem-i İslam’a bakacaktır.

Netice: Kudüs Nasıl Kurtulacak?

Tam manasıyla bir hercü merc yaşadığımız bu dönemde cevaplandırılması gereken en önemli sorulardan biri de “Kudüs’ün nasıl kurtulabileceği” sorusudur. Ne var ki bu soruyla yüzleşmeye sıra geldiğinde cevap sadedinde söylediğimiz şeyler, evvela kendimizle yüzleşmemiz gerektiği ve halimizi ıslah etmeden Kudüs’ün kurtulamayacağı hakikatinden uzak şeylerdir. Evet, ne yazık ki bizler çoğu meselede olduğu gibi Kudüs meselesinde de bu işgal ve esaretin Allah’ın bir musibeti olduğu, bu musibetlerin günahlarımızdan dolayı başımıza geldiği ve bundan kurtulmanın yolunun da toplu bir tövbe ile halimizi düzeltmemizden geçtiği gerçeğiyle yüzleşmek istemiyoruz bir türlü. Oysa asıl çare bu noktanın tespit edilmesi ve gereğinin yerine getirilmesinde yatıyor. Bizler ise sürekli stratejik tahliller, yorumsal söylemler ve kuru gürültü mesabesindeki laflarımızla Kudüs savunmacılığı yapmakla yetiniyoruz. Yaranın bizatihi kendisine neşter vurmadığımız için netice olarak bir şey de elde edemiyoruz.

Kudüs’ün kurtulmasını isteyen ve Mescid-i Aksa’nın yeniden Müslümanlara ait olmasını arzu edenler tarihe baksınlar. Zira, tarihe baktıklarında dün Kudüs’ü fethedenlerin ve oraya hakimiyet sağlayanların itikadına, istikametine dine bağlılıklarına ve Sünnet’e düşkünlüklerine muhtaç olduğumuzu görecekler. Aksi takdirde söylemde tenkit ettiğimiz yahudiyi, giyinişimiz, alışverişimiz, sosyal ve aile hayatımızda bilfiil taklit edersek sürekli karşımıza böyle beyhude çabalar çıkacaktır. Allah ﷻ eksikliklerimizi hakikat gözüyle görerek telafisine bizleri muvaffak eylesin.


[1] Muhammed, 7

[2] Maide, 21

[3] İzz b. Abdisselam, Tefsiru’l-Kur’ân, Daru İbn Hazm, Beyrut, 1416, Baskı: I, I/379, Ebu Hayyân el-Endelûsî, el-Bahru’l-Muhît, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1420, IV/216

[4] İsrâ, 1

[5] Heysemî, Mevâridu’z-Zam’ân ilâ Zevâidi İbni Hibbân, No: 1035

[6] Ahmed b. Hanbel, Müsned, XIII/84, No: 7646, Buhârî, “Kitâbu’l-Cenâiz”, No: 1274, Müslim, “Kitâbu’l-Fezâil”, No: 2372,  İbn Hibân, Sahih, No: 6223

[7] Taberânî, Müsnedu’ş-Şâmiyyîn, No: 471

[8] Abdürrauf el-Münâvî, et-Teysîr bi Şerhi’l-Cami’i’s-Sağîr, Daru’n-Neşr, Riyat, 1988, II/275, Muhammed b.Abdülhadi es-Sindî, Haşiyetu’s-Sindî alâ Süneni İbn Mâce, III/196

[9] Hakim, Müstedrek, No: 1162

[10] Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, No: 8230

[11] Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, No: 8445

[12] Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, No: 9236

[13] Bkz. Abdülaziz b. Abdullah b. Bâz, Hukmu’s-Sulh me’a’l- Yehûd, Riyad, 1996, Baskı: I, s. VIII vd.

[14] Bunun dışında Filistin’in işgalindeki askeri hareketler ve içimizden görünen hainlerin tutumu için bkz. İbrahim Halil Ahmed, İsrâîl Fitnetu’l-Ecyâl el-Usûru’l-Hadîse, Daru’l-Ahdi’l-Cedîd, s. 179 vd.

[15] Âl-i İmrân, 112

[16] Tekvin, XII/7, XIII/15, XVII/8, XV/18, Mahmud b. Abdurrahman Kadeh, Mûcezu Tarihi’l-Yehûd,  s. 286-7

[17] Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, No: 4238

[18] Ahmed b. Hanbel, Müsned, No: 7191, Buhari, Ebvâbu’t-tatavvu’, No: 1139, 1765, 1893, Müslim, Kitabu’l-hac, No: 1397, Nesâî, Mesâcid, No: 700, Tirmizi, Ebvâbu’s-salat, No: 326, Ebu Dâvûd, Kitâbu’l-menâsik, No:2033, İbn Mâce, İkâmetu’s-salat, No:1409, İbn Hibbân, Kitabu’s-salat, No: 1617

[19] Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, No: 47, Ebu Ya’lâ, Müsned, No: 6417