Mucizeyi inkâr edenlerin bir iddiası da Hz. Peygamber’e  ﷺ âit hissî bir mucizenin olmadığı, O’nun mucizesinin sadece Kur’ân olduğu ve hissî mucizelerine dâir nakledilen rivâyetlerin Kur’ân’a aykırı oldukları gerekçesiyle “uydurma” olduklarıdır. Zîra onlara göre, genel anlamda mucizeler tabiat kānunlarına indirgedikleri sünnetullâha ters bir durumdur. Ve Kur’ân da sünnetullâhın asla değişmeyeceğini haber vermektedir. Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan bir kısım âyetler, Hz. Peygamber’den ﷺ mucize isteyen müşriklere bu Mucizelerin gönderilmediğini tasrih etmektedir. Bütün bunlar Kur’ân’a göre Hz. Peygamber’in ﷺ hissî mucizesinin olmadığını ve O’nun yegane mucizesinin  Kur’ân olduğunu göstermektedir.

Bu iddiayı cevaplandırmaya geçmeden önce şu noktaya mutlaka temas edilmelidir: Allah Resûlü’nün ﷺ hissî mucizelerinin olmadığını dillendiren müsteşrikler/oryantalistler bu iddia üzerinden Hz. Peygamber’in ﷺ aslında bir peygamber olmadığını ispatlamaya yol aramaktadırlar. Bu gayeyle yaydıkları bu iddia maâlesef birtakım zihni bulanık, ahmak Müslümanlar tarafından da savunulmaktadır. Senet sistemine dâir hiçbir bilgiye sâhip olmayanların hissî/mâddî mucizelere dâir vârid olmuş sayılamayacak kadar çok rivâyeti[1] bir kalemde çizip atmaları ancak ve ancak büyük bir cehâlet olarak nitelendirilebilir.[2] Zîra bu rivâyetler her ne kadar haber-i vâhid derecesinde nakledilmiş olsalar da Efendimiz’e ﷺ âit hissî Mucizelerin olduğu noktasında kesiştikleri için bu yönüyle mütevâtirdirler.[3]

Kur’ân-ı Kerîm’in îcazının Hz. Peygamber’in ﷺ nübüvvetinin, üzerine bina edildiği bir mucize olduğu müsellemdir.[4] Zîra Kur’ân, belâgatı ve üslubuyla insanların bir mislini getirmekten âciz kaldığı asırlar ötesine hitap eden aklî bir mucizesidir.[5] Fakat bu hakîkat, Hz. Peygamber’e ﷺ husûsî birtakım zamanlarda başka mucizelerin verilmediği mânâsına gelmemektedir. Zîra Efendimizden ﷺ  farklı zaman dilimlerinde Kur’ân’ın dışında da birtakım mucizelerin tezâhür ettiği bir kısmı mütevâtir olan rivâyetlerle nakledilegelmiştir.[6] Şu halde bu iki durumu ayırt edememek mucizelerin nevîlerini bilmemekten kaynaklanan bir durum olsa gerektir.

Şöyle ki, peygamberlere verilen kimi Mucizeler hidâyet mucizeleridir. Bu mucizeler de genel olarak peygamberlerin gönderildikleri zaman ve zemindeki insanların en iddialı oldukları türün hârikulâde olan şekliye tezâhür etmiştir. Nitekim Hz. Mûsâ (aleyhisselam) zamanında sihrin, Hz. Îsâ (aleyhisselam) zamanında tıbbın ve Hz. Peygamber ﷺ zamanında da fesâhatin revaçta olması sebebiyle bu üç peygambere de bunların beşer tâkatinin üstünde olanlarının mucize olarak verilmesi gibi.[7] Bu tarz mucizeler peygamberin nübüvvetini ispat etmek maksadıyla gösterdiği mucizelerdir. Peygamberliğin ispat edilebilmesi için bu türden mucizelerin ibraz edilmesi gereklidir. Bu sebeple  bütün peygamberler, peygamber olduklarını ispat edebilmek için “hidâyet mucizesi” göstermişlerdir.

Bunun dışında bir de hidâyet mucizelerinin yeterliliğine rağmen ayrıca peygamberlerden göstermeleri istenen mucizeler vardır ki, bunlara da “teklîfî Mucizeler” denmektedir. Teklîfî Mucizeler, zaman, mekân, keyfiyet gibi husûsiyetlerin tamamen kâfirler tarafından belirlendiği ve îman etmek değil de etmemelerine bir bahâne olarak peygamberden istedikleri çoğu zaman gayr-ı mâkul olan isteklerdir. Bu mucizeleri diğerlerinden ayıran en mühim fârk ortaya çıktıklarında  muhâtapların ya îman etmek ya da helâk olmaktan başka bir üçüncü seçeneklerinin olmamasıdır. Bu sebeple mezkûr Mucizelere “el-Mu’cizâtu’l-Muhlike/helâk edici olan mucizeler” de denmektedir.

Allah Resûlü’ne ﷺ verilmeyen mucize de budur. Yani Allah Resûlü’ne ﷺ müşriklerin kendisinden göstermesini istedikleri hiçbir mucize verilmemiştir. Kur’ân-ı Kerîm müşriklerin muhtelif zaman dilimlerinde Hz. Peygamber’den ﷺ farklı mucize taleplerinin olduğunu haber vermektedir. Nitekim “Onlar: ‘Sen bizim için yerden bir kaynak fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız’ dediler.”
“Veya senin bir hurma bahçen ve üzüm bağın olmalı; öyle ki, içlerinden gürül gürül ırmaklar akıtmalısın.” “Yâhut iddia ettiğin gibi, üzerimize gökten parçalar yağdırmalısın veya Allah’ı ve melekleri gözümüzün önüne getirmelisin.” “Yâhut da altından bir evin olmalı ya da göğe çıkmalısın. Bize, okuyacağımız bir kitap indirmediğin sürece (göğe) çıktığına da asla inanmayız”
âyet-i kerîmesi ve “Hayır, dediler, (bunlar) saçma sapan rüyalardır; bilakis onu kendisi uydurmuştur; belki de o, şâirdir. (Eğer öyle değilse) bize hemen, öncekilere gönderilenin benzeri bir âyet getirsin.”[8] âyeti bunun bir iki misalidir. Bu âyetlerde müşrikler inanmamalarına bir bahâne olması maksadıyla Hz. Peygamber’den ﷺ beşer üstü birtakım vasıflara sâhip olması gerektiğine vurgu yapan taleplerde bulunmaktadırlar. Buna mukābil Resûlüllah’a ﷺ şöyle cevap vermesi telkin edilmektedir: “De ki: Rabbimi tenzih ederim. Ben, sadece beşer bir Resûlüm.”[9]

Hz. Peygamber’in ﷺ hissî mucizesinin olamayacağına delil olarak getirilen tüm âyetler bu türden teklîfî Mucizelerle ilgili iken bunları umûmî mânâda hiçbir hissî mucize gösteremeyeceği şeklinde arz etmek bilgisizlikten kaynaklanıyorsa “cehâlet”; kasıttan kaynaklanıyorsa “hıyânettir.” Nitekim bu mesele ile alâkalı olarak muterizler tarafından delil getirilen birkaç âyeti serdedelim:

  1. «“Ona Rabbinden (başkaca) Mucizeler indirilmeli değil miydi?” derler. De ki: Mucizeler ancak Allah’ın katındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım.
    Kendilerine okunmakta olan Kitab’ı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi? Elbette îman eden bir kavim için onda rahmet ve ibret vardır.
    »[10]

Görüldüğü üzere bu âyetlerde müşrikler Hz. Peygamber’in ﷺ aslî ve kifâî mucizesi Kur’ân, îman etmeleri için mucize olarak fazlasıyla yeterliyken ondan başka mucizeler istemektedirler. Allah’ın  daha önceki peygamberlerden de istenen bu tarz taleplere karşı mucize göndermemesi burada da tahakkuk etmiş ve Cenâb-ı Hakk îman etme derdinde olan birine mucize olarak Kur’ân’ın yeterli olacağını ifâde buyurmuştur. Zîra okuma yazma bilmeyen birisinden böylesine mûciz bir nazmı tilâvet etmesi kadar îmânâ delâlet edecek bir başka mucize olamaz. Böylesine büyük bir mucize karşısında îman etmeyenlerin başka bir mucize araması ise îmansızlığına bahâne aramaktan öteye geçmez. Şu halde, âyet teklîfî mucize isteğinin reddedilmiş olmasını mevzûubahis ediniyorken bu âyeti Hz. Peygamber’in ﷺ hiçbir hissî mucizesi olmadığına delil getirmek nasıl mümkün olsun? Evet, Efendimiz’in ﷺ elinde birtakım hissî mucizelerin sâdır olduğunu beyan eden rivâyetler, bize bunların “helâk edici” mucize olarak tezâhür ettiklerini anlatsaydı; bu âyetlerin istidlâl sadedinde zikredilmesi doğru olabilirdi.

Ayrıca âyet-i kerîmede vurgulanan “Mucizeler ancak Allah’ın katındadır” şeklindeki ifâde hissî mucizelerin yokluğuna delâlet ediyorsa, aynı şey niçin başka peygamberler için geçerli olmamaktadır? Nitekim İbrâhîm sûresinin 10. âyetinde: “Peygamberleri dedi ki: ‘Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var?’ Hâlbuki O, sizin günahlarınızdan bir kısmını bağışlamak ve sizi muayyen bir vakte kadar yaşatmak için sizi (hak dine) çağırıyor. Onlar: ‘Siz de bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsiniz. Siz bizi atalarımızın tapmış olduğu şeylerden döndürmek istiyorsunuz. Öyleyse bize, apaçık bir delil getirin!’ dediler” buyrulmaktadır. Peşi sıra gelen 11. Âyette ise kavimlerinin bu isteklerine karşı peygamberlerin şöyle dediği ifâde buyrulmaktadır: “(Evet) biz sizin gibi bir insandan başkası değiliz. Fakat Allah nîmetini kullarından dilediğine lütfeder. Allah’ın izni olmadan bizim size bir delil getirmemize imkân yoktur. Mü’minler ancak Allah’a dayansınlar.” Görüldüğü gibi benzeri bir ifâde bu âyette başka peygamberler tarafından da kullanılmaktadır. Dolayısıyla bu ifâde kevnî mucizelerin yokluğunu delil bir başka âyette vurgulanan “Hiçbir peygamber Allah’ın izni olmaksızın herhangi bir âyeti kendiliğinden getiremez”[11] hakîkatini pekiştirmektedir. 

2. “Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldi ise, yapabilirsen yerin içine inebileceğin bir tünel ya da göğe çıkabileceğin bir merdiven ara ki onlara bir Mucize getiresin! Allah dileseydi, elbette onları hidâyet üzerinde toplayıp birleştirirdi, o halde sakın câhillerden olma!”[12]

Efendimiz’in ﷺ Mucizesinin sadece Kur’ân olduğunu iddia sadedinde getirilen bir başka delil de bu âyettir. Muârızlara göre bu âyet Efendimiz’in ﷺ hiçbir hissî Mucize gösteremeyeceğini ispat etmektedir. Oysa âyetin mânâsı açıktır; Hz. Peygamber ﷺ, “Sen ne kadar haris olsan da insanların çoğu îman edecek değillerdir”[13] âyetinde de vurgulandığı üzere müşrikleri kesinkes îmânâ sokacak bir mucize arayışındadır. Cenâb-ı Hakk da böyle bir şeyin kendi izni olmadan onun tâkatinde olmayacağı noktasında Resûlünü îkaz buyurmaktadır. Hissî Mucizelerin Allah’ın (azze ve celle) bir lütfu ve peygamberliğini te’yit amacıyla Resûlüllah’ın ﷺ elinde zuhur bulduğuna inananlar, âyette vurgulanan bu mânânın dışında bir şey mi söylemektedirler? Elbette hayır. O halde âyetin, muârızlar tarafından istidlâl edildiği mânâda âdeta istismar edildiği açıktır.

3. “Bizi, âyetler (Mucizeler) göndermekten alıkoyan tek şey, öncekilerin bu âyetleri yalanlamış olmasıdır. Nitekim Semûd kavmine, açık bir Mucize olmak üzere bir dişi deve vermiştik. Onlar ise, (bu deveyi boğazladılar ve) bu yüzden zalim oldular. Oysa biz âyetleri ancak korkutmak için göndeririz.”[14]

Bu âyette de Cenâb-ı Hakk müşriklerin birtakım mucize taleplerine karşı bu Mucizeleri göndermeyişinin sebebini, daha önceki ümmetlerin benzeri Mucizeleri istemiş olduktan ve gördükten sonra yalanlamış olmaları şeklinde izah buyurmaktadır. Nitekim Hz. Îsâ’dan, kalplerinin mutmain olması maksadıyla gökten bir sofra indirme mucizesini talep eden havârîlere de Allah’ın  cevabı şöyle olmuştu: “Ben onu size şüphesiz indireceğim; ama bundan sonra içinizden kim inkâr ederse, kâinatta hiçbir kimseye etmediğim azâbı ona edeceğim.”[15] Bu âyet-i kerîmede de Allah Teâlâ misalen Semud kavmine taleplerine karşılık olarak deveyi mucize olarak verdiğini fakat onların îman etmek yerine deveyi boğazlamak sûretiyle ona zulmettiklerini zikretmektedir. Dolayısıyla bu gibi durumlar, benzer şekildeki “teklîfî, helâk edici mucizeler”in bu ümmete verilmemesine sebep teşkil etmiştir. Âyetin konu edindiği mesele budur. O halde, bu âyeti Hz. Peygamber’den ﷺ hiçbir hissî mucizenin sâdır olmadığına delil getirmek açık bir çarpıtma ve saptırmadır. Zîra âyet-i kerîme’nin zâhirî mânâsına bakıldığında Allah Resûlü’ne  hiçbir mucize verilmediğinden bahsettiği görülmektedir. Âyeti muârızların anladığı şekilde yorumladığımızda “Kur’ân-ı Kerîm” de verilmeyen mucizeler kapsamına girmektedir. O halde muârızların bu âyetten Kur’ân’ı istisnâ etmeleri hangi delile dayanmış olmaktadır? Kısacası bu âyet Hz. Peygamber’e ﷺ mucize verilmediğini değil, müşriklerin mucize isteklerinin niçin yerine getirilmediğini anlatmaktadır.

“El-Mu’cizâtu’t-Teklîfiyye”, “el-Mu’cizâtu’l-Muhlike” gibi tavsiflerle anılan ve Hz. Peygamber’e ﷺ verilmeyen bu mucize türünü İmam Fahrurrâzî “el-Mu’cizâtu’l-Kāhire” olarak isimlendirmiştir. Râzî’ye göre bu mucize türünün Efendimiz’e ﷺ verilmemesi birtakım hikmetlere mebnîdir. Bu hikmetler cümlesinden olarak şunları zikretmektedir:

  1. Şâyet bu mucizeler indirilmiş olsaydı bunlara inanmamanın netîcesi kökten helâk edilmek olacaktı. Bu ümmete böyle bir azâbın gönderilmesi ilâhî hükme zıt olması sebebiyle câiz değildir. Zîra Allah Teâlâ mucize talep eden bu müşriklerin bir kısmının zamanla îman edeceğini ve bir kısmının da çocuklarının îman edeceğini haber vermiştir. Bu sebeple onların topyekûn kökten helâk olmalarına sebep olacak olan bu mucizelerin gönderilip inkâr edilmesini takdir buyurmamıştır.
  2. Bu tarz mucizelerin izhar edilmesinde fayda yoktur. Zîra bunları müşriklerin atalarının müşâhede edip îman etmedikleri tecrübî bir gerçektir. Müşrikler de babaları ve atalarının taklitçileri olduklarından dolayı îman etmeyeceklerdir.[16]
  3. Talep üzerine meydana gelecek olan bu mucizelerin onlara îman etmeleri bakımından bir fayda sağlamayacağının Allah Teâlâ tarafından bilinmesi taleplerine icâbet edilmesine mâni olmuştur. Nitekim “Kendilerine bir Mucize gelirse ona mutlaka inanacaklarına dâir kuvvetli bir şekilde Allah’a and içtiler. De ki: Mucizeler ancak Allah katındandır. Ama Mucize geldiğinde de inanmayacaklarının farkında mısınız?”, “Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalar, ‘Gözlerimiz boyandı, daha doğrusu bize büyü yapılmıştır’ derler”[17], “Eğer biz onlara melekleri indirseydik, ölüler de onlarla konuşsaydı ve her şeyi toplayıp karşılarına getirseydik, Allah dilemedikçe yine de inanacak değillerdi; fakat çokları bunu bilmezler”[18] âyetleri de bu durumu anlatmaktadır.

Ezcümle, müşriklerin birtakım mucize taleplerine karşı icâbet edilmemesi sadece Hz. Peygamber’e ﷺ mahsus bir durum değildir. Nitekim bu, mucizeleri getirmenin sadece Allah’ın  kudretiyle olabilecek bir şey olduğunun ispat edilmesi maksadına dönük bir âdetullâhtır. Hz. Nûh gibi peygamberlere “Ey Nûh! Bizimle mücâdele ettin ve bize karşı mücâdelede çok ileri gittin. Eğer doğrulardan isen, kendisiyle bizi tehdit ettiğini (azâbı) bize getir!” diyen kavmine Hz. Nûh’un u cevabı: “Onu size ancak dilerse Allah getirir. Ve siz (Allah’ı) âciz bırakacak değilsiniz”[19] şeklinde olmuşsa; buna benzer olağanüstü şeyler bekleyen kavmine karşı Allah Resûlü’nün ﷺ cevabı da “Mucizeler ancak Allah katındandır”[20] şeklinde olmuştur.

Kur’ân-ı Kerîm, inkârcıların isteklerine karşı olan mucizeleri değil; peygamberlerin îman edenlerin îmanlarını takviye etmek maksadıyla tezâhür etmiş mucizeleri konu edinmektedir. Nitekim Hz. Mûsâ  îman edenlerin talebiyle onların istifâdesi için asâsıyla taşa vurarak su fışkırtması,[21] denizi yarıp ortasından yol yapması,[22] Hz. Îsâ’nın havârîlerin isteğiyle gökten su indirtmesi[23] bunun misalleridir. Kaynaklarımızda nakledilen Hz. Peygamber’e ﷺ âit mucizeler de hep bu kabildendir. Sözün özü,   teklîfî mucizeler karşısında aynı mukâbelede bulunan diğer peygamberlerin bu tutumları, nasıl ki onların elinde başka hissî mucizelerin meydana gelmiş olduğu gerçeğini perdelemiyorsa; Hz. Peygamber’eﷺ  de teklîfî mucizelerin verilmemiş olması, Kur’ân dışında hiçbir hissî mucizesinin olmadığı ve bu tarz mucizeleri aktaran rivâyetlerin Kur’ân’a muhâlif olduğu gerekçesiyle “uydurma” olduklarını göstermez.

Ayrıca, “Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm’dan, çevresini mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir”[24] âyet-i kerîmesiyle İsrâ hâdisesini, “Kıyâmet yaklaştı ve Ay yarıldı”[25] âyetiyle ayın ikiye bölünmesi olayını (şakku’l-kamer),[26] “Hatırlayın ki, siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da, ben peşpeşe gelen bin melek ile size yardım edeceğim, diyerek duânızı kabul buyurdu”[27] âyetiyle Bedir’de peş peşe gelen bin melekle mü’minlerin te’yit edilmesini haber veren Kur’ân-ı Kerîm’in Hz. Peygamber’e ﷺ âit başka nasıl bir mucizeyi anlatmasını bekliyorduk?[28] Bu âyetlere rağmen Hz. Peygamber’in ﷺ Kur’ân dışında bir mucizesinin olmadığını savunmak ilim ve iz’anla bağdaştırılabilir mi?

Allah Resûlü’nün ﷺ Kur’ân’dan başka mucizesi olmadığını iddia edenlerin öne sürdükleri bir başka delil de şu hadis-i şerîftir:

“Peygamberlerden her birine mutlaka beşerin benzerine îman edeceği birtakım Mucizeler verilmiştir. Bana da, Allah’ın  bana vahyettiği vahiy (Kur’ân) verilmiştir. Ve ben, kıyâmet gününde onların (önceki peygamberlerin) tâbi bakımından en çok olanı olmayı ümit ediyorum.”[29]   

Bu hadis-i şerîf üzerinden yapılan istidlâl de tıpkı âyetlerde olduğu gibi medlûle götüremeyecek bir istidlâldir. Zîra yukarıda mucizeleri tasnif bahsinde de değindiğimiz gibi, önceki peygamberlere nübüvvetlerini ispat edebilmeleri için hidâyet mucizesi olarak aklî ve hissî mucize verilmekteydi. Allah Resûlü’nün ﷺ onlardan farkı ise, ona verilen hidâyet mucizesinin aklî bir mucize olan Kur’ân-ı Kerîm olmasıdır. Zîra hissî olan bir mucize belirli bir zaman ve mekânla sınırlı kalabileceğinden dolayı risâleti, kıyâmete kadar gelecek tüm asırlara ve insanlığa şâmil olan bir peygambere muvâfık değildir. Böyle bir peygambere her zaman ve mekân için geçerli olabilecek bir aklî mucize verilmesi gerekmektedir. Ki o da Kur’ân-ı kerîmdir. Kur’ân, nazmının îcazı sebebiyle tek başına onun nübüvvetini ispata kâfi gelip insanların hidâyet bulması için fazlasıyla yeterli olduğundan Allah Resûlü’ne ﷺ müşrikleri farklı Mucize taleplerine karşılık mucize verilmemiştir.

Şu halde Allah Resûlü ﷺ bu hadiste kendisine verilip de diğer peygamberlere verilmeyen ve bu ayrıcalıktan dolayı da kıyâmette en çok tâbisi olma husûsiyetini kendisine kazandıran bir şeyden bahsetmektedir.[30] Ki bu da onun Kur’ân Mucizesidir. Nitekim diğer peygamberlerin Mucizeleri yaşadıkları asırla sınırlı kalırken Efendimiz’in ﷺ Mucizesi ise kıyâmete dek devam edecektir.[31] Bu durum onun ikram, nusret kabilinden birtakım mucizeler ile mücehhez kılınmadığı anlamına gelmez.


[1] el-Gazzâlî, Ebu Hâmid, el-İktisâd fi’l-İ‘tikâd, Thk: İnsâf Ramazan, Dâru Kuteybe, Beyrut, Lübnan, 1423, Baskı: I, s.144.

[2] Allah Resûlü’nün ﷺ ilgili Mucizeleri için bkz. Kadı İyâz, Ebu’l-Fazl İbnu Mûsa, eş-Şifâ bi Ta‘rîfi hukûki’l-Mustafâ, Dâru’l-Feyhâ, Ammân, 1407, Baskı: II, I/479; el-Beyhakî, Ahmed ibnu’l-Hüseyn, Delâilu’n-Nübuvve, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, Lübnan, 1405, Baskı: I, 6/18 vd.; el-Mâverdî, Ebu’l-Hasen Ali ibnu Muhammed, A‘lâmu’n-Nübuvve, Dâru ve Mektebetu’l-Hilâl, Beyrut, 1409, Baskı: I, s. 41 vd.; ez-Zürkânî, Ebu Abdillah Muhammed ibnu Abdilbâkî, Şerhu’z-Zürkânî ale’l-Mevâhibi’l-Ledüniyye, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1417, Baskı: I, 6/405;  Muhammed Tayyib en-Neccâr, el-Kavlu’l-Mübîn fî Sîreti Seyyidi’l-Mürselîn, Dâru’n-Nedveti’l-Cedîde, Beyrut, Lübnan, s.268

[3] Ebubekir İbnu Meymûn, Şerhu’l-İrşâd, Mektebetu’l-Encelu’l-Mısriyye, Mısır, 1407, Baskı: I, s. 588

[4] Kur’ân-ı Hakîm’in îcaz vecihleri için bkz. el-Cüveynî, el-İrşâd, s. 275; el-Âmidî, Seyfuddin, Ebkâru’l-Efkâr, Mektebetu Dâri’l-Kütübi’l-Kavmiyye, Kahire, 2004,  4/68 vd.; Abdülazim ez-Zerkânî, Menâhilu’l-İrfân fî Ulûmi’l-Kur’ân, Matbaatu Îsa el-Bâbî el-Halebî, Baskı: II, 2/332; Şâh Veliyyullah ed-Dihlevî, el-Fevzu’l-Kebîr fî Usûli’t-Tefsîr, Dâru’s-Sahve, Kahire, 1407, Baskı: II, s. 165; Mennâ‘ el-Kattân, Mebâhis fî Ulûmi’l-Kur’ân, Mektebetu’l-Me‘ârif, 1423, Baskı: III, 1/268;  Mustafa Sönmez, “Kur’ân’ın İlâhi Kitap Oluşu ve Mucizeliği”, Konya, 1990.

[5] İbnu’l-Hümâm, el-Müsâyere (el-Müsâmere ile), el-Mektebetu’l-Ezheriyye li’t-Türâs, Kahire, 2/92

[6] el-Bâkıllânî, Ebubekir, İ‘câzu’l-Kur’ân, Dâru’l-Me‘ârif, Kâhire, s. 8.

[7] et-Teftâzânî, Mesud İbnu Ömer, Şerhu’l-Makâsıd, Âlemu’l-Kütüb, Beyrut, Lübnan, 1419, Baskı: II, 5/14-15.

[8] Enbiyâ, 5.

[9]  İsrâ, 90-93.

[10] Ankebût, 50, 51.

[11] Mü’min, 78.

[12] En’âm, 35.

[13] Yûsuf, 103.

[14] İsrâ, 59.

[15] Mâide, 115.

[16] er-Râzî, Fahruddin İbnu Zıyâuddin, Mefâtîhu’l-Ğayb, Dâru’l-Fikr, 1401, Baskı: I, 20/235-236.

[17] Hicr, 14,15.

[18] En’âm, 111.

[19] Hûd, 32, 33.

[20] En’âm, 109.

[21] Bakara, 60; A’râf, 160.

[22] Şuarâ, 63.

[23] Mâide, 112-115.

[24] İsrâ, 1.

[25] Kamer, 1.

[26] Bu Mucize hadis kaynaklarımızda Enes b. Mâlik, Abdullah b. Mes’ûd, Cübeyr b. Mut’im, Ali b. Ebî Tâlib, Huzeyfe el-Yemân ve Abdullah b. Abbâs gibi sahâbîlerden nakledilmektedir (Bkz. İbn Atıyye, el-Muharreru’l-Vecîz, Daâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1422, Baskı: I, 5/211). el-Kettânî ilgili rivâyetlerin “mütevâtir” olduğunu söylemektedir (Bkz. Nazmu’l-Mütenâsir, Dâru’l-Kütübi’s-Selefiyye, Mısır, s.17). İbn Kesîr, Seyyid Şerif el-Cürcânî, İbnu’s-Sübkî, ve el-Âlûsî de aynı kanaattedirler (Bkz. Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Dâru Tayba, 1420, 7/472; Rûhu’l-Me‘ânî, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1415, 14/74). Zeccâc da bu hususta ehl-i ilmin ve tefsircilerin icmâ ettiğini söylemektedir (Bkz. Me’âni’l-Kur’ân, Âlemu’l-Kütüb, Beyrut, 1988, Baskı: I, 5/81).  Bu hâdiseyi son yüzyıllara kadar kimse inkâr etmemiştir. Sadece Hasan-ı Basrî ve Ata b. Ebî Rabah’tan bunun kıyâmet anında olacağına dâir nakiller yapılmıştır. Ancak bu nakiller de yanlış bir zemine çekilerek çarpıtılmıştır. Zîra bu iki imam şakku’l-kamer hâdisesini inkâr etmemiş; bilakis ikinci bir mânâ olarak böyle de anlaşılabileceğine vurgu yapmışlardır. Ayrıca bazı Mûtezilî kelamcıların ve felsefecilerin de bunun kıyâmette olacağını savundukları nakledilmektedir. Misalen Kadı Abdülcebbâr, meşhur mu’tezili en-Nazzâm’ın bu görüşte olduğunu nakletmektedir (Bkz. Tesbîtu Delâili’n-Nübuvve, Dâru’l-Arabiyye, Beyrut, 1/55-56). Bunun dışında İslâm ulemâsı içinde bu Mucizeyi inkâr eden yoktur. Son yüzyılların zihni mâlûl şahıslarının bu mesele etrafındaki şüphelerinin ise hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur (Misalen bkz. Reşid Rıza, “Meseletu İnşikâki’l-Kamer,” Mecelletu’l-Menâr, 1348, Cild: 30, s. 261-272, 361-376;). Türkçe müfid bir çalışma için bkz. Doç. Dr. Hüseyin Çelik, “Kur’ân’da Ayın Yarılması Mucizesi”, Manas Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2017, Cild: 6, Sayı: 4, s. 67-87.

[27] Enfâl, 9.

[28] el-Bûtî, Kübra’l-Yakîniyyâti’l-Kevniyye, s. 235.

[29] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 14/190, No: 8491; Buhârî, “Kitâbu Fezâili’l-Kur’ân”, No: 4696; Müslim, “Kitâbu’l-Îmân”, No: 239; Beyhakî, es-Sünenu’l-Kübrâ, No: 18167.

[30] en-Nevevî, Ebu Zekeriyya Yahya b. Şeref, el-Minhâc fî Şerhi Sahîhi Müslim ibni Haccâc, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, 1392, Baskı: II, 2/188; el-Aynî, Bedruddin Ebu Muhammed Mahmud,  Umdetu’l-Kârî Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, 20/13.

[31] İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bârî Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, Dâru’l-Ma‘rife, Beyrut, 1379, 9/7.