Öztürk, Kur’an’dan bir takım ayetleri misal getirerek tarihselcilik tezini kendince desteklemeye çalışmaktadır. Bunu yaparken de kimi zaman hükümlerin illetler üzerine mebni olması meselesini tarihselciliğe yamamaya çalışırken kimi zaman da mensuh ayetleri tarihselcilik tiziyle ilişkilendirmeye çalışmaktadır. Birincisine misal olarak yukarıdaki ayet-i celile üzerinden ortaya attığı şüpheleri zikrettik. Mensuh ayetlerle ilgili olan konuya da haram aylardan bahseden ayetle ilgili söylediklerini zikredelim. Şöyle diyor Öztürk: “Aynı şekilde haram aylarla ilgili soruya verilen cevabın, soruyu soranların niyetlerini göz önünde bulunduran siyasi ve dolayısıyla konjonktürel bir cevap olduğu açıktır. O halde bir konunun Kur’an’da geçmesinden çok, o konuya ne amaçla yer verildiği önem arz etmektedir. Daha da önemlisi, vahiy sürerken haram aylarda savaşılması bir sorun olmasaydı, acaba bugün Kur’an metninde ilgili pasajlar yer alacak mıydı?” [1]

Öztürk internette yer alan bir videosunda da bu konudan bahsetmekte ve haram aylarda savaşmama emrinin tarihsel olduğuna delil olarak Allah Resulü ﷺ’nün vefatından sonra ne sahabenin ne de tabun neslinin ve ne de sonraki asırlarda yaşamış insanların bu emre imtisal etmediklerini göstermektedir. Öztürk’e göre bu durum haram aylarda savaşma yasağının tamamen tarihsel bir emir olmasından kaynaklanmaktadır. Yani, gerek sahabe ve gerekse de sonraki nesiller kendileri bizatihi tasrih etmeseler de tarihselciliği tatbikleriyle ortaya koymuşlardır. Ve Öztürk de bugünkü tarihsellik şüpheleriyle onlardan farklı bir şeyi savunmamaktadır.

Oysa her iddiasında olduğu gibi Öztürk bu iddiasında da insanları laf cambazlıklarıyla batıla sevk etmektedir. Zira, haram aylarla ilgili böylesi sözler etmeden önce, en azından sıkça referans verdiği Taberi’nin Tefsir’inde Bakara süresinin 217. Ayeti ile ilgili söylediklerine bir bakıverseydi bunları söylemesine imkan var mıydı? İmam et-Taberî ilgili mahalde özetle şunları söylemektedir:

  1. Bu hususta doğru olan görüş Ata b. Meysere’nin dediği gibi haram aylarda müşriklerle savaşma yasağının “Gökleri ve yeri yarattığı günde Allah’ın yazısına göre Allah katında ayların sayısı on iki olup, bunlardan dördü haram aylarıdır. İşte bu doğru hesaptır. O aylar içinde (Allah’ın koyduğu yasağı çiğneyerek) kendinize zulmetmeyin ve müşrikler nasıl sizinle topyekün savaşıyorlarsa siz de onlara karşı topyekün savaşın ve bilin ki Allah (kötülükten) sakınanlarla beraberdir.” şeklindeki Tevbe süresinin 36. Ayet-i kerimesi ile neshedilmiş olduğudur.
  2. Bunun delili Resulüllah ﷺ’ın Haram aylarda, Huneyn’de Hevâzin kabilesiyle, Taif’te Sakif ilesavaşmış olması ve orada bulunan müşriklerle harbetmesi için Ebû Amr’ı Evtâs’a gönderdiğine dair çokça gelen haberlerdir. Şayet haram aylarda savaşmak yasak olsaydı insanlar içerisinde bu yasaktan en uzak duranı Resulüllah ﷺ olurdu.
  3. Haram aylarda savaşma yasağının mensuh olduğunun bir başka delili de Resulüllah ﷺ’ın, Hz. Osman (radıyallahu anh)’ın şehit edildiği haberi geldiğinde Kureyş ile savaşmak üzere haram ay olan Zi’l-ka‘de’de ashabından biat almış olmasıdır.
  4. Bazıları çıkıp yukarıda verdiğimiz misallerin Haram aylarda savaşmanın yasak olmasından önce olduğunu son hükmün haramık olduğunu savunmaya kalkarlarsa bu cahillik olur. Nitekim haram aylarda savaşmanın büyük bir günah olduğunu beyan eden Bakara 217. Ayet Abdullah b. Cahş ve ashabının bu aylarda bir adamı öldürmeleri üzerine nazil olmuştur ki ayetin inişi hicretin ikinci senesinin Cemaziyel ahir ayının sonlarına denk gelmektedir. Yukarıda bahsini yaptığımız Taif ve Huneyn savaşları ise hicretin sekizinci yılında olmuştur. Her iki hadiselerin arasındaki zaman farkı barizdir.[2]

Görüldüğü gibi haram aylarda savaşılmasının yasak olması bu yasağı koyan Cenab-ı Hak tarafından daha sonra kaldırılmıştır. Buna kim itiraz edebilir? Ve bu hadisenin tarihsellikle ne ilgisi vardır. Öztürk ise olayı, sanki sahabe ve sonraki nesiller bu yasakla ilgili ayetleri tarihsel telakki ettikleri için amel etmeyi terk ettiler şeklinde bir tablo çizmektedir. Ve belki de bile bile Resulüllah ﷺ’ın neshedildiği için bu ayetle ameli sonradan terk ettiği gerçeğini gizlemektedir. Zira hadiseyi böyle anlatacak olsa Resulüllah ﷺ’tan sonraki nesillerin bu ayetle ameli neden terk ettikleri bariz şekilde anlaşılacak ve verdiği misalden tarihselcilik tezine ekmek çıkmayacaktır. Öyleyse soralım: Sahabe ve sonraki asırlarda yaşayan hulefa hangi mensuh ayetle amel ettiler ki haram aylarda savaşmanın yasak olduğuyla ilgili ayetle amel etsinler?

Konu buraya gelmişken Öztürk’ün tarihsellik misalendirmelerindeki meşhur manipülasyonlarından birini daha müşahede etmiş oluyoruz. Zira Öztürk tarihselcilik düşüncesiyle ayetlerin mensuh olmasını bu konudan başka verdiği misallendirmelerde de eşit tutmaktadır. Oysa ayetlerin neshedilmesiyle, tarihsel sayılmasını eşit tutmak insanı ilahlık makamına oturtarak dilediği ayeti hükümsüz kılma yetkisiyle donatmak demektir. Böyle bir densizlik olabilir mi? Müminler, Kur’an’ında sarih ifadesiyle Şari‘in vahiyle vaz ettiği bir hükmü yine Şâri‘in bir başka vahiyle hükümsüz kılabileceğine iman ederler. Görünen o ki Öztürk gibi tarihselciler, Allah ﷻ’ın bir hükmü işevsiz kılmasından cüret alarak kendilerinin de yerel ve tarihsel gördükleri ayetler ve hükümler bunu tatbik edebileceklerini düşünmektedirler. Oysa bu nasıl bir haddini bilmemezlik ve cahilliktir.

Makalemizin haddinden fazla uzamasından endişe duymamız söz konusu olmasaydı Öztürk’ün Kur’an’daki ahkam ayetlerinin tarihsel oluşuna misal olarak zikrettiği başka ayetler üzerinde de durmak isterdik. Fakat ne yazık ki bu makalenin ebatı daha çok misal zikretmeye pek elverişli gözükmemektedir.

Esasen Öztürk’ün bu nokta sadedinde getirdiği başka misalleri zikretmeye de hacet yoktur. Zira onun ahkam ayetlerinin tarihselliği bağlamında zikrettiği misallerdeki genel yanlışlıklar şu iki sınıfta inhisar etmektedir:

  1. Öztürk tarihsel olduklarını iddia ettiği bazı ahkâm ayetlerindeki hükmün bir illet üzerine mebni olduğunu ve o illetin zevali sebebiyle hükmün de uygulamadan kalkmasını tarihselcilikle karıştırmaktadır. Zira âyetin tarihsel olduğunu söylemek –ıstılahi anlamı itibarıyla-[3] onun bir zamana ait olduğunu ve yaşadığımız çağ açısından bir geçerliliğinin olmadığını iddia etmek demektir. Oysa illetin yok olmasıyla ayetin uygulanmaması ise arızidir. Yani illetin geri dönmesi durumunda ayet direkt uygulamaya konacaktır.
  2. Öztürk, diğer bazı ahkam ayetlerinin tarihsel olduğuna mensuh ayetleri örnek vererek istidlal etmektedir. Bu ise birincisinden çok daha vahim bir hatadır. Zira –geride de ifade ettiğimiz gibi- bu iddiada zımnen –belki sarahaten- beşerin tıpkı Allah gibi dilediği ayetleri neshedebileceği iddiası vardır.

Ez cümle, Öztürk’ün ahkam ayetlerinin tarihselliği sadedinde delil olarak ortaya koyabildiği hiçbir şeyin olmadığı sonucu ortaya çıkmış olmaktadır. Tamamen yanlış anlama ve kamuoyunu aldatma üzerine mebni bir anlayışla Kur’an gibi zamanlar üstü bir kitabın tarihsel olduğunu iddia etmek dünyada bir bela ve ahirette de birvebal olarak Öztürk gibilerine yeter ve artar.


[1] Öztürk, Kur’an ve Tefsir Kültürümüz, s, 29

[2] İbn Cerir et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, IV/314

[3] Bu kaydı koymamızın sebebi, Öztürk’ün işin içinden çıkamadığı yerlerde açıklarını kapatmak için kendince kavramlara manalar yükleme çabasının önünü kesmektir.