Soru: Sünnet’i delil olarak kabul etmeyen birisi bir televizyon programında Sünnet ’in Kur’an’ı açıkladığına dair delil olarak getirilen Hz. Peygamber ﷺ’in namazın nasıl kılınacağını bizlere öğrettiği şeklindeki görüşü reddediyor. Ve diyor ki: “Böyle bir şey yok. Zira biz namazın nasıl kılınacağını tevatürle birlikte evvelki ümmetlerden bize gelen keyfiyetten öğrendik. Yani bu keyfiyet evvelki ümmetlerden bize kadar tevâtürle nakledile gelmiş ve Kur’an da bize malum olan o keyfiyette namaz kılmamızı emrediyormuş. Yoksa “Namaz kılın” emrini Kur’an mücmel bırakmış da Sünnet onu açıklamamış. Programdaki zat aynen bunu savunuyordu hocam. Bu görüşe nasıl cevap vermeliyiz?

Cevap: Dinî vazifelerimizi yerine getirme şeklimizi ne olursa olsun Resulüllah ﷺ’tan öğrenmemeliyiz zihniyetini anlatıyor bu iddialar. Bu vazifeleri önceki ümmetleri teşkil eden Yahudi ve Hristiyanlardan dahi öğrenmeye razı olup Hz. Peygamber ﷺ’in bu bağlamdaki hiçbir öğretisine kulak asmayacak kadar îmânî duyguları körelmiş, Resul’e ittiba vurgusunu ıskalayan şuursuz bir Müslümanlığı anlatıyor. Zira, Kur’an bizi Resulüllah ﷺ efendimize yönlendirirken ısrarla bu istikamete gelmeyip kendince yön tayin edip o cihete yönelen hevâ düşkünlüğü başka ifadelerle dile getirilemez. Oysa bu iddianın sahipleri biraz düşünseler, meseleyi kendileri gibi ele aldığımızda Kur’an’ın bizi Allah ’a itaatin yanında Resul’e de itaate çağırmasının bir anlamının kalmayacağını kavrayacaklar belki. Ayrıca, Allah ﷻ’a itaatin olduğu her ayette mutlaka Resul’e itaatin vurgulandığı ancak kimi ayetlerde Allah ’a itaat zikredilmeksizin sadece Resul’e itaatten bahsedilmesinin bu itaatin beşer dairesinde Allah ﷻ’a itaat etmekten gayrı bir şey olmadığını idrak edecekler belki bir miktar.

Diyeceğimiz o ki, Usul alimlerimizin ifade ettiği gibi Kur’an’ın icmâlî bir şekilde kılın diye emir buyurduğu namazın erkânını, şartlarını ve keyfiyetini Allah Resulü ﷺ’nün Cenâb-ı Hakk ﷻ’ın ona verdiği yetkiyle tebyin etmesini kabullenemeyip mahzurlu bulanlar tek kelimeyle “hasta”dırlar. İslam’ı “teslimiyet” hassesiyle bütünleştiremeyip hevâsını put edinme ve bencilliğini mutlaklaştırıp her şeyin önüne geçirme hastalığından bahsediyorum. Bu soruya bu denli bir cevabın kifâyet edeceğine inanıyorsam da şu hususları belirterek bitirmeliyim:

Bir an önce meselenin soruda iddiası nakledilen şahsın dediği gibi olduğunu yani namazın keyfiyetini Allah Resulü ﷺ’nden değil de önceki ümmetlerden gelen tevâtürî keyfiyetle öğrendiğimizi varsayalım. O halde şu sorulara nasıl cevap vereceğiz?

  1. Namazın kılınış keyfiyeti taabbudî olduğuna göre bu keyfiyetin önceki ümmetlerden tevâtüren gelmiş olmasını savunmakla mesele bitmiyor. Zira bu tevatür, onun keyfiyetinin bizlere intikalindeki kesinlikle ilgili bir şey. Peki, bu keyfiyeti Allah Teâlâ vaz ettiğine göre bunu hangi yolla yapmıştır. Şayet önceki kitaplarda yer alıyorsa bu nerededir, gösterip ispat edebilirler mi? Yer almıyorsa Allah Teâlâ bunu önceki peygamberlere hangi yolla bildirmiştir? Gayr-i metlüv vahiy yoluyla mı? Öyleyse bizim peygamberimize bildirdiğine dair gelen yüzlerce rivayeti neden kabul etmiyorsunuz?
  2. İslamiyet’teki namazın keyfiyet olarak önceki ümmetlerden tevatürle geldiğini kabul ettiğimizde, bu keyfiyetin bizim ümmette de aynen geçerli olduğuna dair nasıl bir delil bulacaksınız? Zira önceki ümmetlerde olup da bizim şeriatımızda olmayan birçok hüküm var. Namazın aynıyla bizim ümmet için geçerli olduğuna dair deliliniz nedir?
  3. Kur’an-ı Kerim’de memur olduğumuz namazın keyfiyet olarak önceki ümmetlerden intikal eden namaz olduğuyla ilgili bir ayet-i kerime yok. Şayet “Namazı ikame ediniz” şeklindeki ayetlerin buna delalet ettiğini söyleyecek olursanız bu içi boş bir iddia olur. Zira o ayetlerdeki namazın önceki şeriatlarda bulunan namaz olduğuna dair hiçbir delil getiremeyeceksiniz. Aksine keyfiyeti bütünüyle bu şeriata mahsus olan namaz olduğuna dair yüzlerce delil var.
  4. Bu keyfiyetin Resulüllah ﷺ tarafından aynen devam ettirildiğini düşünecek olsak bunu Allah ’ın izniyle yapmış olacağında zerre şüphe yok. O halde Allah ’ın buna dair metlüv vahiyle gönderdiği bir izin olmadığına göre ortaya yine –sizin katiyetle karşı çıktığınız- vahy-i gayr-i metlüvün ispatı şeklinde bir netice çıkıveriyor. Ve ayrıca yine mesele Resulüllah efendimizin ta’yin ve tebyininde bitiyor.

Daha fazla uzatmadan noktalayalım: Bir Müslüman için, Kur’an’ın icmâlen emir buyurduğu namazın keyfiyetini, yine Kur’an’ın ayetlerini tebyin etmekle vazifelendirilen Resulüllah ﷺ’tan öğrenmiş olmak kadar doğal bir şey yoktur. Buna karşı çıkarak namazı sırf Resulüllah ﷺ’tan öğrenmeme pahasına önceki ümmetlerden, Yahudilerden ve Hristiyanlardan öğrenmeye rıza göstermek kadim Mekke müşriklerinin Peygamber r’i bir türlü hazmedememe damarından beslenildiğinin korkunç bir alametidir. Allah’a sığınırız.